Ana içeriğe atla

Naziler ve Zulümlerine Bir Yolculuk - Auschwitz Toplama Kampı

Paris'te insanlar en çok ' nereye gitmek istiyorsun?' gibi sorular soruyorlardı. Oysa ben Paris dışına çıkmayı planlamıyordum, yani öyle bu ülke senin o ülke benim gezmeyi. Gerçekten tüm kışı Paris dışına çıkmadan geçirdim. Fakat aklımda hep bir istek vardı: Mümkün olursa, şartlar el verirse  Nazi kampı gezmek, görmek.

En büyük Nazi kampı Auschwitz-Birkenau ,Polonya'nın Krakow şehrinde yer alıyordu. Tek başıma çıktığım Doğu Avrupa yolculuğum böylelikle başladı.

Krakow Havalanına indiğimizde ben tektim ve sırtımda çantamla 'yeni bir yolculuk' peşindeydim belki de 'en istediğim yolculuklardan biri'... 'Goodbye Lenin' adlı hostelde yerimi ayarlamıştım.İner inmez, Batı Avrupa'dan farklı bir kültürün içinde olduğumu fark ettim. Evet, gerçekten 'Avrupa' kavramı varsa, artık uzağındaydım. Kötü manada söylemiyorum hatta olumlu bu, çünkü sadece batı değil işin içine doğu kültürünü de almış olan Krakow'u, Prag'ı ben çok sevdim.

Krakow küçük, canlı, temiz, aydınlık bir şehir. Polonya'nın Varşova'dan önce başkenti olan şehir. (?) Faytoncular, restaurantlarla çevrili güzel bir meydanı var.

Kamp gezisi için hostelim bana bir gezi turu ayarladı. Böylece Krakow'dan yaklaşık 1 saat uzaktaki kampa, özel araçla gittim ve rehber hizmetinden yararlandım.  (25 euro-120 zloyt civarıydı yanlış anımsamıyorsam)

Kampa vardığımızda ilk başta diğer turlarla gelen kalabalıkla karşılaşınca ne yalan söyleyeyim biraz hayal kırıklığı yaşadım. Kafamda 'Acaba çok mu ticari bir yere geldim?' sorusu oluştu. Rehberimizi dinlemek için kulaklarımızı aldık, cihazlarımızı ayarladık ve tur başladı. Bu düşüncem kapın kapısına gelince son buldu.

Kapın kapısında ilk karşılaştığımız Naziler'in ünlü sözü oldu: Arbeit Macht Frei ( çalışmak insanı özgürleştirir)
Öğreniyoruz ki, bu yazıyı görebilen insanlar aslında 'şanslılar!' en azından '3' ay daha çalışacak ve yaşamda kalacaklar, sonrası ise 'ölüm kampı'nda ölümle yüzleşmek olacak. Neden şanslılar? Çünkü dünyanın birçok yerinden getirilen insanların çoğu daha bu yazıyı bile görmeden ' öldürülüyorlar'dı.

İşte bu yazının altından geçerek, kampa giriş yaptık ve ben daha bu yazı ile çok etkilenmiş, az önce kafamda oluşan 'olumsuz' sorulardan çoktan kurtulmuştum.

Kamp, içinde en fazla üç katlı yapıların yan yana ve karşı karşıya inşa edilmesi ile oluşturulmuş. Çevresi yüksek ve dikenli tellerle çevrili; ayrıca gözlem kuleleri var.

Hiçbir şey değiştirilmemiş, her şey olduğu gibi korunmuş.

İlk durağımız, resimler, panolara yazılmış yazılar ve haritaların olduğu bina. Bu binada Siyah- beyaz, çok büyük resimlerle karşılaşıyoruz. Hepsi dramı yaşamış insanları gösteriyor. Hele bir resimde beni çeken bir kare vardı ki asla silinmiyor gözlerimin önünden: Trenden sayısız insan indirilmiş, mahşer yeri, Naziler etrafta, insanların ellerinde eşyaları, kadın, erkek, çocuk... bir çift, el ele, karşı karşıya durmuş, göz göze, ayrılacaklar belli ki, belki bir daha, o kareye yansıyan an dışında birbirlerini hiç görmediler... ve öldüler.

Kampın yönetim haritası duvarda. Bu kamp en büyük Nazi kampı olduğu için diğer kamplar buradan yönetiliyormuş. Haritada Auchwitz'i merkez alınarak etrafından beyaz oklarla tüm diğer kamplar işaretlenmiş.

Bir harita daha, yanlış anımsamıyorsam Amerika'nın kampın uydudan çektiği haritası, sanırım bombalanması için çalışmışlar.

Ve küller, uzun, büyük bir camın içinde sergileniyor.

Diğer bina, eşyaların sergilendiği kısım. Hani çok insan çok insan öldü deniliyor ya hep  - ki günde 400 kişinin imha edildiğini, öldürüldüğünü öğrendim- eşyalar bunun somut kanıtı oluyor. Ayakkabılar, bavullar, gözlükler, çocuk kıyafetleri, banyo eşyaları, taraklar vb. o kadar çok ki, o kadar çok ki... O zaman anlıyor insan, evet çok, çok insanı öldürmüşler!

Bavulların üzerinde insanların isimleri, soy isimleri yazıyor, bazılarından nereden geldikleri...
Büyük bir yağma uygulanıyor Naziler tarafından kampa gelen insanlara... Bütün değerli eşyalara Nazi askerleri el koymuş.

En çarpıcı, en vahşisi, kadın saçları... Tonlarca... kampa giren kadınların saçlarını sıfıra vuruyorlar peki neden saklamışlar derseniz...( 7 ton) Alman tekstili için derim ve kanınız donar. Evet, havlu,halı  gibi eşya yapımında, kadınların saçları kullanılmış...

Bir diğer bina, hapishane yada işkence binası... Bazı yerlerde fotoğraf çekmek yasak. Rehberimiz bunu 'burada bir katliam olmuştur ve saygı duyulmasını rica ederim' diyerek açıklıyor. İşkence binası bu resim yasağı olan yerlerden. Küçücük, ışıksız, karanlık, işkence odaları...

Başka bir binada sağlı, sollu insan resimleri. Kadınlar ve erkekler. Kamp üniforması ve fişlendikleri renkler ile. Formanın üzerindeki ek kumaşın rengi insanların hangi nedenle orada bulunduklarını gösteriyor. Mor, eşcinsellere ait örneğin, kırmızı devlet adamlarına...

Herkesin resimlerini çekmemişler çünkü masraflı bir işmiş sosyopat Naziler için.

Resimler beni çok çarpıyor, çünkü bu insanlar, bu yüzler, hepsi bir cinnetin eşiğindeler sanki ya da her şeyden habersizler, gülümseyenler olmuş fotoğraflarda ama neden, nasıl bilinmez...

İnsanların kaldıkları yerler... çok ilkel, şartlar çok kötü... Kampa zorla tuvalet yapılmış...
Bir Nazi yöneticisinin odası ise olduğu gibi korunmuş, Hitler'in resmi duvarda.

Burada bir bilgiyi paylaşmak lazım 'Hitler' bu kampa hiç gelmemiş, kampı hiç ziyaret etmemiş. Oysa dünyanın en büyük Nazi kampına gelmemesi şu sözü mü anımsatıyor:

  • Zayıfa acımak doğaya ihanettir.

Gezimiz adım adım açılıyor ve her farklı binada biraz daha sarsılıyoruz, sanki azdan çoğa artan bir doz olarak çoğalıyor acı ve yutkunmak zorlaşıyor.

Kamptan kaçma girişiminde bulunanların çok ağır cezalara çarptırıldığını öğreniyoruz. örneğin kışın ortasında kampın merkezinde, karda, aç, susuz günlerce -ölene kadar- tutulan insanlar...

Müzik çalındığını öğreniyoruz kampta... Bir orkestra olduğunu... Nazizm bir başka sosyopatlığı...

İnsan seçimi, yani yaşayacak ve öleceklere karar veren, Dr. Josef Mengele'dir. Dr. önüne getirilen - güya sağlık kontrolü olan bu işlem- insanlara, Mengele hiç muayene etmeden, ölsün, kalsın gibi kararlar vermiş.

En son duraktan bir önce artık dozun en fazlası ve en merak edilen kısma geliyoruz: Fırınlar ve gaz odası...
Fırınlar raylı sistemlere oturtulmuş, korkunç çok korkunç! İki fırın yan yana, küçük,basık bir yapı içindeler. Aslında fırınların çoğu 'imha kampı olan' Birkenau'da bulunuyormuş. Oradan da geriye sadece yıkılmış bir bina enzakı kalmış.

En son durağımız ise 'katliama maruz' kalanlar için yapılan anma, tören alanı...

İnanılmazdı, o insanlar sanki orada, eğer bir gün Auschwitz'e yolunuz düşerse, çığlıkları, annelerine sığınan çocukları, korkulu gözleri, Nazi ayak seslerini, işkencede cinnet geçirenleri, sessiz ağlayanları duymamanız, gözünüzde canlandırmamanız imkansız...

Hatta gezerken kendimi orada olan bitene şahit olmuş bir insan gibi bile duyumsadığım anlar oldu.

Ben çok uzun süre bu görüntüleri -gözümü ne zaman kapatsam- göz kapaklarımın arkasında taşıdım...

Bir insanlık dramından daha çok ' insanlık vahşeti' ya da sözcüklerin tarifsiz kaldığı bir şeyler yaşanmış bu kamplarda... insanın insana en büyük zulmü yaptığı daima bir gerçek ve somut hali...

Bir kez daha anladım ki 'iktidar gücü' korkunç  zehirli bir duygu...

Eğer yolunuzu yurt dışına çevirme imkanlarını elinizde bulunduruyorsanız mutlaka bir gün 'insanlık' için kamplardan birini görmelisiniz derim.

Birkenau da gezdikten sonra - onu Kamplar 2 şeklinde yazmayı düşündüm- şöyle bir tespitte bulundum:

Eğer ben bir ülkenin başında olsaydım, ibretlik için buraları gezerdim daha da ileri gidersem halkım bana 'dikta' diyorsa, Nazilerle aynı adla anılmamak için ve sırf onurum için istifa ederdim... Çünkü bu 'korkunç' ve 'insanlık dışı' bir şey...




not: kampta birçok resim çektim fakat bilgisayarım arızalanınca hepsi elimden uçtu gitti, o resimleri paylaşmak isterdim fakat şartlar...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geliyorum Josephine, yıkanma!

Toplumların temizlik anlayışı tarih boyunca değişmiş. Şimdi yaşanan ise küresel ölçekli bir değişim. Modern yaşamı etkisi altına alan hijyen ideolojisi, getirdiği standartlarla doğal ve insani olanı dışlıyor. Katherine Ashenburg Dirt on Clean adlı kitabında temizlik pratiklerini anlatıyor. Her kültürün kendine, pislik ile aşırı titizlik arasında en mükemmel nokta olarak seçtiği bir temizlik anlayışı var. Modern, orta sınıf Kuzey Amerikalılar için "temiz" kelimesi her gün aksatmadan duş almak ve ardından da parfüm sıkmak anlamına geliyor. Oysa 17. yüzyıl aristokrat Fransız erkeği için temizlik, her gün iç çamaşırını değiştirmek, ellerine su serpmek ve vücudunun geri kalanına su ya da sabun değdirmemek anlamına geliyordu. Birinci yüzyılda Romalılar için iki saat ya da daha uzun süreler vücudu farklı sıcaklıklarda suyla ıslatmak, metal bir aletle vücudun terini ve yağını kazımak demekti. Son olarak da tüm vücut yağlanarak temizlenme işi tamamlanıyordu. Her gün, herkes bir a

Knorr salata sosu, fesleğenli ve kekikli - Tarifini açıklıyorum :)

Bir yıl öncesine kadar bu sosu çok tüketiyordum. Salataya çok güzel bir tat katıyor. 4 kaşık su ve 4 kaşık yağ ile sosu karıştırıp salataya döküyorsunuz. Nasıl bir sos ise, insanın salatayı yedikçe yiyesi geliyor. Hatta arkadaşımla abartıp mayonez de sıkarak yiyorduk salatayı. Ne günlerdi... Sonra neden kendim yapmıyorum bu sosu dedim ve ambalajın arkasındaki tarifi aldım. Sanırım hevesim kaçtığı için bir gün bile yapmayı denemedim evde. İlk okuduğumda zerdeçalın ne olduğunu bilmiyordum. Kesin asıl tadı veren baharat budur diye düşünüyordum. Henüz denemedim ama zerdeçalla tanıştım. Fikrim değişmedi; bence hâlâ işin püf noktası zerdeçal ( 2011 notu: Lezzetin potastum glutamattan geldiğini anladım. İnternette biraz araştırırsanız, çin tuzu diye de geçen bu kimyasalın, alınan tatları daha yoğun hissettirdiği belirtiliyor. Fakat aksini söyleyen pek çok kurum olmasına rağmen ben sağlıklı oluşu/güvenilirliği konusunda -hele ki mevzu ticari ürünler olunca- şüpheliyim). İşte tarif: Kurutulm

Heaven Knows, Mr. Allison - Beyaz Rahibe (1957)

Yönetmen: John Huston Oyuncular: Robert Mitchum, Deborah Kerr Süresi: 198 dk. Issız adalar gerek benzersiz egzotik havaları gerekse manzaraları açısından kişinin yalnızlığını en iyi biçimde yansıtmaya uygun görüldüğü için sinemacıların vazgeçilmez mekanlarıdır. Kaç yıldır ‘Lost’u izliyoruz ekranda bir düşünsenize. İstanbul Modern’de gerçekleştirilen ‘Robert Mitchum ve Cool’un Doğuşu’ isimli programın ayrıntılarını okurken aklıma Mitchum’un, böyle cennet gibi bir adada geçen ‘Beyaz Rahibe’ isimli filmi geldi. Beyazperdede ‘Cool’luğun kitabını yazmış olan aktör, bu filmde de Deborah Kerr ile yine aynı pozisyonda takılıyor. John Huston’ın ‘African Queen’ inden esintiler taşıyan film, baştan sona tabiatın içinde geçer. Ve aynı sevimli-likte olmasına karşın pek tanınmayan ama izlenmeye değer bir filmdir. 2. Dünya Savaşı’nda gemisi batırılan Allison, tesadüfen Japonlara ait bir adaya sürüklenir. Eskiden üs olarak kullanılan ada terk edilmiştir. Kendi imkanlarıyla yaşam mücadelesi vermeye