Ana içeriğe atla

Koçero - Vatan Şiiri - Hasan Hüseyin Korkmazgil

keklik serer palazını tenhâ kayalıklara
                        uçurur korkusunu
kara diken savurur tohumunu
                  kurtulur korkusundan
orda bir dağ
orda bir taş
      bir pınar
dağ ardında
taş ardında
pınarlı bir kara mavzer
       bıyıkları kartallıda
              başı yağlıklı
       durur dimdik
       bakar dimdik
       bakar barışlı
         bir güvercin pır pır eder ucunda namlusunun
       "tutam yâr elinden tutam
             çıkam dağlara dağlara!"
       koçero hep
            durur orda
                  dağlarda

ben türkçe anlatamam
o kürtçe anlatamaz
       farsça çıkmaz doruklara
koçero hep
     durur orda
           dağlarda

ey elleri mis kokulu sabunlarla kurtulan beyler
şimdi siz
  içebilir misiniz kendi sıcak kanınızı altun taslarda
  geçirebilir misiniz şu yağlı ipi
        kendi güzel ellerinizle
          o güzel boynunuza
ve şakıyormuşçasına kafeste kanaryanız
bakıp bakıp zindanlı akşamlara
    yudumlayabilir misiniz soğutulmuş içkinizi?

dolaşıyor akşam yelinin büyücü parmakları
    çankaya'nın gencirisi kavaklarının gümüşlü yapraklarında
önce yaprak
sonra dal
sonra dallar ıpıl ıpıl
küme küme kavakları çankaya sırtlarının
   çalar gibi bir gizli piyanoda
         sonsuzluğun şarkısını
ve saksıda soluk alan belkide bir camgüzeli
                  bir fesleğen
                        bir kaktüs
        tutuşurken ormanlar oylum oylum
        savrulurken kül ve kerpiç
                           rüzgarda!
ey elleri mis kokulu sabunlarla kurtulan beyler
almış kanlı gömleğini nere gider bu türkü
sarınmış kıl şalvara
         nerden gelir bu ağıt?

yığdım kitapları dağ dağ
     çağırdım nemrut'u karanlığıma
bir kucak yeşil yoncayla geldi nemrut
     öptü ıslak gözlerini aç öküzümün

gocunmayın güzel beyler
                   hanımlar
alınıp incinmeyin
silah silah çatmayın o güzel kaşlarınızı
          imdatlara saldırmayın
                basmayın düğmelere
                yürekleri hoplatmayın
                      güzel beyler
                            hanımlar
zor ve çetin bir ağıttır koçero
bir gelin ağlar onu
                          ben ağlıyamam
bıyıkları çengel çengel
                             bir kardaş ağlar
acılı bir bacı ağlar
bağrıyanık bir ana
                ben ağlıyamam!
ince bir ay batar gider kara dağın ardında
dolanır kerpiç damı ince bir rüzgar
irkiltir bir gece kuşu
             osmanlı karakollarının duvarlarını
bir elinde kanlı mendil
bir elinde kara mavzer
kimse bilmez nerde nasıl
         taptaze bir
         sımsıcak bir
               gencecik bir ölüdür o
         bir selamdır sımsıcacık
                varamamış dostuna
                     varamamış koçero
"leb-i deryâ" şu saltanat
şu konaklar şu saraylar şu köşkler
bu bereket bu bolluk
    bu çılgınca hovardalık
gocunmayın güzel beyler
                 hanımlar
       alınıp incinmeyin!
kırkbin köyden birer kişi
               göcüyor kırkbin kişi
kırkbin köyden onar kişi
          göçüyor yarım milyon
ya ellişer yüzer kişi?
göçüyor milyon milyon
                  vatanda vatan
                  güzel beyler
                        hanımlar
kusuyor bütün köyler insanlarını
kusuyor kasabalar
baştanbaşa bütün ülke
             kusuyor insanını!
bu eziklik
bu hırçınlık
         güzel beyler
               hanımlar
   bu sınırsız tedirginlik
         acaba nerde biter?
   nasıl başlar acaba
          şenlikli günleri bu toprakların?

bulacak bir gün elbet
         yatağını bu nehir
durulup dinginleşecek
         birgün elbet bu nehir
ve çocuklar oynaşacak mutlu çocuklar
         anacan sularında bu mutlu nehrin!

koçero bir dağ çekirgesinin gecede irkilmesidir
bir belirsiz karanlıktan
      bir belirsiz karanlığa
             irkilip uçmasıdır
                      bir dağ çekirgesinin
bir kurdun kaçmasıdır kendi karaltısından
yamaçtan bir taşın yuvarlanması
bir pınarın durup durup akması
bir çift gözün karanlığa bakması
şimşeklerin uzak uzak çakmasıdır dağlarda
   bir mavzerin yanlışlıkla patlamasıdır
bir geyiktir koçero
sekerken taştan taşa kırılmış bilekleri
  tırnakları kekik nane ve menekşe kokulu
     tırnakları rüzgarlı
           suçsuz bir geyik
avcılar yakalarsa mezedir eti
  köpekler kovalarsa diş kirasıdır
bir okul piyesidir koçero
    açış konuşmalıdır ve halaylı türkülüdür
    müsamere derler adına oralarda
      kaymakamlı savcılı ve çavuşludur
      biletlidir ve yoksullar yararınadır
     festivaldir sosyetede
                 modada son buluşlar
                 en taze ilişkiler
                 gürültülü boşanmalar
                 gürültülü birleşmeler
hele bir de balesi ve operası
"ey vatan" aryası bir de
      saygıdeğer prensesin saygıdeğer oynaşının
ardından telli sazlar
ardından yaylı sazlar
ardından vurmalılar
çekmeliler ve üfürmeliler
ardından "kuğu gölü" ardından "fındık kıran"
hemencecik candarmalar
  ve ardından "haydutlar"ı siller'in
     köroğlu'nun narası:
            "yine de hey hey!"
ve ardından
         çocukları gülmekten kırıp geçiren
              çağdaş banka reklamları!
candarmalar geçirince kelepçeyi zinciri
                    bileklerine karıncanın
poz verince bir fukara karınca
         en komprador basın aynalarına
              aşka gelir kompütürler
              aşka gelir telefonlar telsizler
              ve doyum noktasına
                      sosyete nunni!
o zaman işte çelenk
o zaman işte tören
alkış
   bando
        ve rap rap
donanır bayraklarla bankalar sigortalar
               ve uygunsuz işyerleri bilcümle
ve kadehler
   kadehler ki ses verir yıldızlardan!

gocunmayın güzel beyler
                      hanımlar
           alınıp incinmeyin!
koçero bir oyundur
              yazılır
              yazılır
                  bitmez
koçero bir oyundur
              oynanır
              oynanır
                  bitmez
vurur onu candarma
vurur onu candarma
durmadan vurur
       ama o bitmez
       o hep durur öyle orda
           bıyıkları kartallıda
           göğsü çapraz fişeklikli
           gözleri beş yaşında
                    kolları nuh nebi'den
           bir elinde kanlı mendil
           bir elinde kara mavzer
           pır pır eder bir güvercin
                      ucunda namlusunun
           o hep öyle durur orda
                      taş ardında
                          rüzgarda!

muhtara sorarsanız
        bizim serseri veli
marabaya sorarsanız
        işini bilmemiş deli
köylüye sorarsanız
              ekmeksiz garibin teki
çocuklara sorarsanız
        yüce dağlar aslanı aslan koçero
kimsesize sorarsanız
             hükümet bilir onu
candarmaya sorarsanız
            devletin dağlarda silah çatması
vurguncuya sorarsanız
        yolkesici yağmacı
soyguncuya sorarsanız
            devletin acizliği
sağcıya sorarsanız
           siktiret pezevengi
solcuya sorarsanız
         "ferman padişahın dağlar bizimdir"
istanbullu inanır ki
         boğazda kaşalottur
ankaralı sanır ki
         temele dinamittir
izmirlinin düşlerinde
           şaşkın köpek balığı
antalyalı her gece
          gergedan görür düşünde
erzurum'da kol başıdır
erzincan'da deli daylak
pir sultan yoldaşıdır sivas'ta
           bir "kılıcı kanlı" van'da
                 mardin'de bir
                    gözükanlı kaçakçı
ah koçero
vah koçero
koçero eyvah!

gocunmayın güzel beyler
                       hanımlar
            alınıp incinmeyin!
patron gazetelerinde yüksek tirajdır koçero
hükümet programlarında bir "nakl-i yekun"
kapitalist dış basında nobel'lik bir roman
politik sürtüşmelerde bir yılan hikayesi
diplomata sorarsanız
             turistik bir serüven
kaymakama sorarsanız
                "ahval-i adiye"den
sosyeteye sorarsanız
        eğlenceli bir briç
sorarsanız bezirgan filimciye
              gişelik bir senaryo
sorarsanız bürokrata
atatürk'ün gardrobuna
        tükürmüş biri
hümaniste sorarsanız
     fransızca bilmeyen
     montenyi'den anlamıyan
     mitologya tragedya
     hümanizma helenizma
       hiçbirinden çakmayan
              bir yörüktür koçero!
     ne anlar rönesanstan
     ne anlar restorasyondan?
     bir bazlama
              bir uçkur
     üç telli bir zımbırtıdır koçero!
     sanki sırası mıydı dağlara tırmanmanın
        demokratik tragedyayı uçuklatmanın
            sanki sırası mıydı!

müfrezeler yürümüş dağ dağ
                 ve dere dere
     kesmiş geçitleri korkunun silahları
bir tükenmez sermayedir koçero
              haksız yönetimlere!
gocunmayın güzel beyler
                 hanımlar
             alınıp incinmeyin
silah silah çatmayın o güzel kaşlarınızı
          koşturmayın şifreleri
                             telefonları
          basar gibi tuz yarama
                   basmayın düğmelere
                       yürekleri hoplatmayın
                          güzel beyler
                               hanımlar
paralar girsin diyedir kalantör kasalara
toprak sömürülsün diyedir orta çağlarda
ışıksız kalsın diyedir bir koca ülke
karanlıkta boğazlaşsın diyedir güzel yüzlü insanlar
fabrikalar işçi yesin para kussun diyedir
kıyılar yağmalansın ormanlar çiftlikleşsin
bankalar yağ bağlasın tekeller et bağlasın
holdingler palazlansın ortaklıklar göbeklensin
bu rüzgar böyle essin
      bu değirmen böyle dönsün
        bu çuvallar böyle dolsun diyedir
             koçero'nun dağlarda medetsiz yalnızlığı!
gocunmayın güzel beyler
                 hanımlar
             alınıp incinmeyin
yeni değil bu hikaye
                 bu oyun eski oyun!
ah koçero
vah koçero
koçero eyvah!

bir akşam birdenbire bir can çıkar dağlara
bin kardaş bin acı bin ana
bin kerpiç bin harman bin açlık
bin yenge bin emmi bin dayı
bin zulüm bin acı ve bin karanlık
      bir akşam birdenbire çıkar dağlara
bıyıkları terlememiş bin çocuk
bin aşık bin deli bin meczup
bin ekmeksiz bin işsiz bin suçsuz
kıl şalvar kurtlu çarık
naldöken mazıkıran dervişçatlatan
itburnu koyakgülü ahlatçalısı
      bir akşam birdenbire çıkar dağlara
çökelekler yoğurtlar arpa bazlamaları
yalnayaklar gömleksizler dayanaksızlar
munzur'lar çilo'lar palandöken'ler
dersim'ler tunceli'ler bingöl'ler
tunceli'de mercan'lar ağrı bereketleri
tahtalı'lar toroslar ve binboğa'lar
       bir akşam birdenbire çıkar dağlara

turistik bir gösteridir dağlara çıkmak
        örneğin ağrı'lara
        alpler'e sübhan'lara ant'lara
               himalaya dağlarına derin asya'nın
               klimancaro'nun tropik karlarına
turistik bir gösteridir dağlara çıkmak!
gelgör ki böyle yazmıyor bizim burda kitaplar
      turistik diye göstermiyor dağları
             turist diye vermiyor dağlara çıkanları
bir sürekli çıplaklıktır koçero
              bir sürekli açlıktır
bir sürekli haksızlıktır koçero
                 bir sürekli itilmişlik
koçero bir vazgeçiştir
     koçero bir ilgisizlik
bin yıllık yoldan gelir
               üstübaşı kan içinde
                  yorgun bir dilekçedir
                     bir arzuhal koçero
bir tanrı selamıdır
                 alınıp verilmemiş
görülmemiş bir hacettir koçero
     çiğnenilip geçilmiş
           ve sorulmamış
upuzun bir eyvahtır
upuzun bir pişmanlık
bir ünlemdir koçero
       sığmaz okul kitaplarına
erzurum yaylasından
            erzincan çukuruna
ve tecer dağlarından
                harran cenderesine
bir uzun masaldır ki koçero
      dağların dağlara yaslandığı yerde anlatılır
        geçitlerin geçitlere küstüğü oyaklarda
benek benek anlatılır
nakış nakış anlatılır
bıçak bıçak
kurşun kurşun
      ve türkü türkü!
göğsü çapraz fişeklikli
bıyıkları kan içinde bir kara mavzerdir koçero
       yatar türkülerde upuzun
        ağıtlarda fidan fidan
                                koçero
bildirir hal-u ahvalini dört mevsim tanrısına
bildirir divanına
            şaşırtılmaz adaletin:
          "arkam sensin
             kalam sensin
                dağlar hey!"
gocunmayın güzel beyler
                       hanımlar
             alınıp incinmeyin!
koçero bir vatandır
      yaşanılır boydan boya
koçero bir vatansızlık
bir dağlaşmış yalnızlıktır koçero
        mavzerleşmiş bir haksızlık
            yanıtsız bir dilekçe!
ben türkçe anlatamam
o kürtçe anlatamaz
      farsça çıkmaz doruklara!
gocunmayın güzel beyler
                       hanımlar
kan bulaşır ellerime
                      ben anlatamam!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geliyorum Josephine, yıkanma!

Toplumların temizlik anlayışı tarih boyunca değişmiş. Şimdi yaşanan ise küresel ölçekli bir değişim. Modern yaşamı etkisi altına alan hijyen ideolojisi, getirdiği standartlarla doğal ve insani olanı dışlıyor. Katherine Ashenburg Dirt on Clean adlı kitabında temizlik pratiklerini anlatıyor. Her kültürün kendine, pislik ile aşırı titizlik arasında en mükemmel nokta olarak seçtiği bir temizlik anlayışı var. Modern, orta sınıf Kuzey Amerikalılar için "temiz" kelimesi her gün aksatmadan duş almak ve ardından da parfüm sıkmak anlamına geliyor. Oysa 17. yüzyıl aristokrat Fransız erkeği için temizlik, her gün iç çamaşırını değiştirmek, ellerine su serpmek ve vücudunun geri kalanına su ya da sabun değdirmemek anlamına geliyordu. Birinci yüzyılda Romalılar için iki saat ya da daha uzun süreler vücudu farklı sıcaklıklarda suyla ıslatmak, metal bir aletle vücudun terini ve yağını kazımak demekti. Son olarak da tüm vücut yağlanarak temizlenme işi tamamlanıyordu. Her gün, herkes bir a...

Knorr salata sosu, fesleğenli ve kekikli - Tarifini açıklıyorum :)

Bir yıl öncesine kadar bu sosu çok tüketiyordum. Salataya çok güzel bir tat katıyor. 4 kaşık su ve 4 kaşık yağ ile sosu karıştırıp salataya döküyorsunuz. Nasıl bir sos ise, insanın salatayı yedikçe yiyesi geliyor. Hatta arkadaşımla abartıp mayonez de sıkarak yiyorduk salatayı. Ne günlerdi... Sonra neden kendim yapmıyorum bu sosu dedim ve ambalajın arkasındaki tarifi aldım. Sanırım hevesim kaçtığı için bir gün bile yapmayı denemedim evde. İlk okuduğumda zerdeçalın ne olduğunu bilmiyordum. Kesin asıl tadı veren baharat budur diye düşünüyordum. Henüz denemedim ama zerdeçalla tanıştım. Fikrim değişmedi; bence hâlâ işin püf noktası zerdeçal ( 2011 notu: Lezzetin potastum glutamattan geldiğini anladım. İnternette biraz araştırırsanız, çin tuzu diye de geçen bu kimyasalın, alınan tatları daha yoğun hissettirdiği belirtiliyor. Fakat aksini söyleyen pek çok kurum olmasına rağmen ben sağlıklı oluşu/güvenilirliği konusunda -hele ki mevzu ticari ürünler olunca- şüpheliyim). İşte tarif: Kurutulm...

Heaven Knows, Mr. Allison - Beyaz Rahibe (1957)

Yönetmen: John Huston Oyuncular: Robert Mitchum, Deborah Kerr Süresi: 198 dk. Issız adalar gerek benzersiz egzotik havaları gerekse manzaraları açısından kişinin yalnızlığını en iyi biçimde yansıtmaya uygun görüldüğü için sinemacıların vazgeçilmez mekanlarıdır. Kaç yıldır ‘Lost’u izliyoruz ekranda bir düşünsenize. İstanbul Modern’de gerçekleştirilen ‘Robert Mitchum ve Cool’un Doğuşu’ isimli programın ayrıntılarını okurken aklıma Mitchum’un, böyle cennet gibi bir adada geçen ‘Beyaz Rahibe’ isimli filmi geldi. Beyazperdede ‘Cool’luğun kitabını yazmış olan aktör, bu filmde de Deborah Kerr ile yine aynı pozisyonda takılıyor. John Huston’ın ‘African Queen’ inden esintiler taşıyan film, baştan sona tabiatın içinde geçer. Ve aynı sevimli-likte olmasına karşın pek tanınmayan ama izlenmeye değer bir filmdir. 2. Dünya Savaşı’nda gemisi batırılan Allison, tesadüfen Japonlara ait bir adaya sürüklenir. Eskiden üs olarak kullanılan ada terk edilmiştir. Kendi imkanlarıyla yaşam mücadelesi vermeye ...