Ana içeriğe atla

Heaven Knows, Mr. Allison - Beyaz Rahibe (1957)

Yönetmen: John Huston
Oyuncular: Robert Mitchum, Deborah Kerr
Süresi: 198 dk.

Issız adalar gerek benzersiz egzotik havaları gerekse manzaraları açısından kişinin yalnızlığını en iyi biçimde yansıtmaya uygun görüldüğü için sinemacıların vazgeçilmez mekanlarıdır. Kaç yıldır ‘Lost’u izliyoruz ekranda bir düşünsenize. İstanbul Modern’de gerçekleştirilen ‘Robert Mitchum ve Cool’un Doğuşu’ isimli programın ayrıntılarını okurken aklıma Mitchum’un, böyle cennet gibi bir adada geçen ‘Beyaz Rahibe’ isimli filmi geldi.

Beyazperdede ‘Cool’luğun kitabını yazmış olan aktör, bu filmde de Deborah Kerr ile yine aynı pozisyonda takılıyor.

John Huston’ın ‘African Queen’inden esintiler taşıyan film, baştan sona tabiatın içinde geçer. Ve aynı sevimli-likte olmasına karşın pek tanınmayan ama izlenmeye değer bir filmdir.

2. Dünya Savaşı’nda gemisi batırılan Allison, tesadüfen Japonlara ait bir adaya sürüklenir. Eskiden üs olarak kullanılan ada terk edilmiştir. Kendi imkanlarıyla yaşam mücadelesi vermeye çalışan asker, bir süre sonra adada yalnız olmadığını görür. Misyoner bir rahiple adaya gelmiş olan rahibe Angela, rahip ölünce adada kalıp, küçük kilisesinde ibadetine devam etmektedir. Baştan hiç anlaşamayan ikili, gelişen olaylar sonucu hayatın belli noktalarında birleştiklerini anlayacaklardır. Kendini beğenmiş ABD’li asker zamanla romantik bir aşığa dönüşecektir.

John Huston, anılarını yazdığı kitabı ‘Açık Bir Kitap’ta bakın bu cool aktörden ve filmden nasıl söz etmiş; “Bob (Robert) Mitchum’un zor biri olduğunu duymuştum. Onunla çalışmak son derece zevkliydi ve çok güzel bir oyun çıkardı. Bob hayatımda çalıştığım en iyi aktörlerden biridir. Olivier (Laurence), Burton (Richard) ve Brando (Marlon) çapında bir aktördü.

O lakayt havası, daha doğrusu azametsiz oluşu, bir ciddiyetsizlik olarak görünür çünkü buna ihtiyaç vardır ama aslında Kral Lear’i oynayabilecek kabiliyettedir. Gösteriş yapmayı ve şirin gözükmeyi sevmezdi. Bu filmimden pek söz edilmez ama bence şimdiye kadar yapmış olduğum en iyi filmlerden biridir. Gösterişsizdi, çok basit ve temiz bir diyaloğu vardı ve birinci sınıf bir temel üzerine oturtulmuştu. Rahibe ve deniz subayı klişesinden kaçmayı başarmıştık ve malzeme büyük bir duygu inceliğiyle ele alınmıştı.”

Yönetmen bu filmin çekiminden o kadar çok keyif almış ki, keyifli işlerin veda partilerini ve ’hoşça kal’ demeyi sevmediği için, filmin final sahnesinin tüm hazırlıklarını yapıp erkenden setten ayrılmıştı.


Filmde ‘Beyaz Rahibe’yi canlandıran Deborah Kerr ise bu rolüyle 1958 yılında en iyi kadın oyuncu dalında ‘Oscar’a aday gösterilmiş ama heykelciği Susan Hayward’a kaptırmıştı. Altı kez bu ödüle aday gösterilen sanatçı, çok sonra bu heykeli, 1994 yılında onur ödülü olarak alacaktı.

Hızır Tüzel

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geliyorum Josephine, yıkanma!

Toplumların temizlik anlayışı tarih boyunca değişmiş. Şimdi yaşanan ise küresel ölçekli bir değişim. Modern yaşamı etkisi altına alan hijyen ideolojisi, getirdiği standartlarla doğal ve insani olanı dışlıyor. Katherine Ashenburg Dirt on Clean adlı kitabında temizlik pratiklerini anlatıyor. Her kültürün kendine, pislik ile aşırı titizlik arasında en mükemmel nokta olarak seçtiği bir temizlik anlayışı var. Modern, orta sınıf Kuzey Amerikalılar için "temiz" kelimesi her gün aksatmadan duş almak ve ardından da parfüm sıkmak anlamına geliyor. Oysa 17. yüzyıl aristokrat Fransız erkeği için temizlik, her gün iç çamaşırını değiştirmek, ellerine su serpmek ve vücudunun geri kalanına su ya da sabun değdirmemek anlamına geliyordu. Birinci yüzyılda Romalılar için iki saat ya da daha uzun süreler vücudu farklı sıcaklıklarda suyla ıslatmak, metal bir aletle vücudun terini ve yağını kazımak demekti. Son olarak da tüm vücut yağlanarak temizlenme işi tamamlanıyordu. Her gün, herkes bir a...

Knorr salata sosu, fesleğenli ve kekikli - Tarifini açıklıyorum :)

Bir yıl öncesine kadar bu sosu çok tüketiyordum. Salataya çok güzel bir tat katıyor. 4 kaşık su ve 4 kaşık yağ ile sosu karıştırıp salataya döküyorsunuz. Nasıl bir sos ise, insanın salatayı yedikçe yiyesi geliyor. Hatta arkadaşımla abartıp mayonez de sıkarak yiyorduk salatayı. Ne günlerdi... Sonra neden kendim yapmıyorum bu sosu dedim ve ambalajın arkasındaki tarifi aldım. Sanırım hevesim kaçtığı için bir gün bile yapmayı denemedim evde. İlk okuduğumda zerdeçalın ne olduğunu bilmiyordum. Kesin asıl tadı veren baharat budur diye düşünüyordum. Henüz denemedim ama zerdeçalla tanıştım. Fikrim değişmedi; bence hâlâ işin püf noktası zerdeçal ( 2011 notu: Lezzetin potastum glutamattan geldiğini anladım. İnternette biraz araştırırsanız, çin tuzu diye de geçen bu kimyasalın, alınan tatları daha yoğun hissettirdiği belirtiliyor. Fakat aksini söyleyen pek çok kurum olmasına rağmen ben sağlıklı oluşu/güvenilirliği konusunda -hele ki mevzu ticari ürünler olunca- şüpheliyim). İşte tarif: Kurutulm...