Ana içeriğe atla

Geliyorum Josephine, yıkanma!

Toplumların temizlik anlayışı tarih boyunca değişmiş. Şimdi yaşanan ise küresel ölçekli bir değişim. Modern yaşamı etkisi altına alan hijyen ideolojisi, getirdiği standartlarla doğal ve insani olanı dışlıyor. Katherine Ashenburg Dirt on Clean adlı kitabında temizlik pratiklerini anlatıyor.

Her kültürün kendine, pislik ile aşırı titizlik arasında en mükemmel nokta olarak seçtiği bir temizlik anlayışı var. Modern, orta sınıf Kuzey Amerikalılar için "temiz" kelimesi her gün aksatmadan duş almak ve ardından da parfüm sıkmak anlamına geliyor. Oysa 17. yüzyıl aristokrat Fransız erkeği için temizlik, her gün iç çamaşırını değiştirmek, ellerine su serpmek ve vücudunun geri kalanına su ya da sabun değdirmemek anlamına geliyordu. Birinci yüzyılda Romalılar için iki saat ya da daha uzun süreler vücudu farklı sıcaklıklarda suyla ıslatmak, metal bir aletle vücudun terini ve yağını kazımak demekti. Son olarak da tüm vücut yağlanarak temizlenme işi tamamlanıyordu. Her gün, herkes bir arada ve sabunsuz. Hijyen, tarih boyunca "temizlik işini beceremeyen" halkları yola getirmek için elverişli bir "sopa" olarak kullanılagelmiş.

Eski Mısırlılar, Yunanlıların yaptığı gibi kirli vücutla durgun suyun içinde yıkanmanın kötü bir fikir olduğunu düşünüyordu. Titizlik budalası Amerikalılar 19. yüzyılın sonlarına doğru Avrupalıların "kirliliği" karşısında şaşkınlığa uğramıştı. Yahudi "kirliliği" fikrine ön ayak olanlar ise Nazilerdi. Avrupalı gezginler orta çağdan beri kıtanın en pis ülkesini seçmeye pek meraklıydılar. Kazanan genellikle ya Fransa ya da İspanya olurdu. Modern insanların çoğu 20. yüzyıla kadar yıkanmaya dair fazla bir şey yapılmadığı kanısındadır. Peki, bu insanlar kokmaz mıydı? Aziz Bernard'ın dediği gibi, "Herkes kokarsa, kimse koklamaz." Vücudu yüzdükleri okyanusun kokusunu taşıyan ilk insanlar, birbirilerinin her günkü kurumuş ter kokusunu duymaya alışıktı. Yemek, çiçek, çam ormanları ve çöp kokularının yanında bu da, hayatlarının bir parçasıydı.

PİS KOKMA KORKUSU • 20 yıl öncesine kadar restoranlar, uçaklar, otel odaları ve birçok kamuya açık iç mekân kalın bir sigara dumanı bulutuyla kaplıydı. Ne zaman ki sigara içilmeyen mekânlar oluşmaya başladı, sigara kokusunu daha bir fark eder olduk. Dolayısıyla burun, uyum sağlayabiliyor ve eğitilebiliyor.

Temizlik modern Batılılara, kaçınılmaz, evrensel ve zamandan bağımsız gibi görünüyor. Oysa hiçbiri değil; karmaşık kültürel bir oluşum olduğu gibi her zaman da değişim halinde olan bir süreç.  Az ya da orta derece hijyenin beraberinde gelen kokuların en rahatsız edici yanı, sık sık uyarıldığımız üzere, farkında olmadan bizim de bundan kendimizi suçlu hissetmemiz. Hiçbir şekilde yeteri kadar temiz olduğumuza inanamıyoruz.

KUSURSUZ TEMİZLİK • Erkeklere yönelik reklamlar, onlara sabun ve parfümleri olmadan işlerinde terfi edemeyeceklerini söylerken, kadınlar da vücutları kusursuzca temiz olmadığı sürece hiçbir erkeğin onlarla sevişmeyeceği konusunda endişeli. Bu nedenle belki de Dirt on Clean: An Unsanitised History (Temizin Kiri: Arındırılmamış Tarih) kitabının Kanadalı yazarı Katherine Ashenburg'e kitabını yazarken çoğunlukla kadınlar tarafından sorulan "abes" sorulardan biri de, "Erkekler nasıl oluyor da birbirileriyle sevişebiliyor?"

İnsanlar cinsel ilişkiye giremeyecek kadar koktuğu için doğum oranlarında bir düşüş olduğuna dair herhangi bir kanıt yok. He ne kadar modern insanlar bunu kabullenmekte zorlansa da, cinsiyetle kokusuz temizlik arasında kalıcı bir ilişki yok.

DOĞAL AFRODİZYAK • Eski Mısırlılar temiz olmak için mesafelerce yol katetti ama her iki cins de cinsel organlarını, doğal aromasını daha da yoğunlaştırması için yapılmış parfümlerle yağladı. Aslında birçok eski uygarlık, bedenin öz kokusunun güçlü bir afrodizyak olduğunu kabul eder.

Napolyon ve Josephine kendi zamanlarına göre titizdi; her gün uzun, sıcak banyo yaparlardı. Buna rağmen Napolyon, seferde olduğu bir gün Josephine'e şöyle bir mektup yazar: "Yarın akşam Paris'e dönüyorum, yıkanma."

Ashenburg kitabını yazarken birçok insanın temizlikle ilgili kendine ilginç itiraflarda bulunduğunu söylüyor. 20 yıldır her gün en az üç kere banyoya giren adamın karısının, kocasının gerçekte nasıl koktuğunu merak ediyor olması bunları biri. Ashenburg, insanların kendinde gizlice açığa çıkardığı sırların aslında nasıl da şartlandırıldığımızın göstergesi olduğunu söylüyor. İnsan gibi kokmak suç, amaç egzotik bir meyve ya da kurabiye gibi kokmak. Dergilerde ya da televizyonda bize sunulan standartlar, steril ve sentetik. Pislik ve suç ile temizlik ve masumiyet arasındaki arketipik ilişki, dilin hatta belki de ruhumuzun bile içine işlemiş durumda: "Pis" şakalardan, para "aklamaya" kadar.

DİN-SU İLİŞKİSİ • Öte yandan yıkanma ve suya batırmanın dini törenlerle de doğal bir akrabalığı vardır: Yaşamın bir aşamasından diğerine, çocukluktan cemaatin üyesi olmaya, bekârlıktan evliliğe ya da yaşamdan ölüme geçişte yapılan törenlerde yıkanma her zaman belirleyici bir unsur. Ölü yıkama törenleri ise belki de bu pratiklerin en yaygın olanı. Tarihten bugüne, Yahudiler, Japonlar, İrlandalılar, Romalılar ve Türkler'deki ölü yıkama törenleri sembolik bir etkinlikten başka bir şey değil. Toplumsal dayanışmanın bireyden daha önemli olduğu toplumlarda, çıplaklık daha az sorunlu, kokusuz bedenler ise daha gereksiz. Bu değerler bir toplum-dan ötekine değiştikçe, "temiz"in tanımı da değişiyor.

Alıntı: Taraf, 2008.03.11
Asıl Kaynak: Times, Katherine Ashenburg, An unsanitised history of washing, 2008.03.06

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Heaven Knows, Mr. Allison - Beyaz Rahibe (1957)

Yönetmen: John Huston Oyuncular: Robert Mitchum, Deborah Kerr Süresi: 198 dk. Issız adalar gerek benzersiz egzotik havaları gerekse manzaraları açısından kişinin yalnızlığını en iyi biçimde yansıtmaya uygun görüldüğü için sinemacıların vazgeçilmez mekanlarıdır. Kaç yıldır ‘Lost’u izliyoruz ekranda bir düşünsenize. İstanbul Modern’de gerçekleştirilen ‘Robert Mitchum ve Cool’un Doğuşu’ isimli programın ayrıntılarını okurken aklıma Mitchum’un, böyle cennet gibi bir adada geçen ‘Beyaz Rahibe’ isimli filmi geldi. Beyazperdede ‘Cool’luğun kitabını yazmış olan aktör, bu filmde de Deborah Kerr ile yine aynı pozisyonda takılıyor. John Huston’ın ‘African Queen’ inden esintiler taşıyan film, baştan sona tabiatın içinde geçer. Ve aynı sevimli-likte olmasına karşın pek tanınmayan ama izlenmeye değer bir filmdir. 2. Dünya Savaşı’nda gemisi batırılan Allison, tesadüfen Japonlara ait bir adaya sürüklenir. Eskiden üs olarak kullanılan ada terk edilmiştir. Kendi imkanlarıyla yaşam mücadelesi vermeye

Knorr salata sosu, fesleğenli ve kekikli - Tarifini açıklıyorum :)

Bir yıl öncesine kadar bu sosu çok tüketiyordum. Salataya çok güzel bir tat katıyor. 4 kaşık su ve 4 kaşık yağ ile sosu karıştırıp salataya döküyorsunuz. Nasıl bir sos ise, insanın salatayı yedikçe yiyesi geliyor. Hatta arkadaşımla abartıp mayonez de sıkarak yiyorduk salatayı. Ne günlerdi... Sonra neden kendim yapmıyorum bu sosu dedim ve ambalajın arkasındaki tarifi aldım. Sanırım hevesim kaçtığı için bir gün bile yapmayı denemedim evde. İlk okuduğumda zerdeçalın ne olduğunu bilmiyordum. Kesin asıl tadı veren baharat budur diye düşünüyordum. Henüz denemedim ama zerdeçalla tanıştım. Fikrim değişmedi; bence hâlâ işin püf noktası zerdeçal ( 2011 notu: Lezzetin potastum glutamattan geldiğini anladım. İnternette biraz araştırırsanız, çin tuzu diye de geçen bu kimyasalın, alınan tatları daha yoğun hissettirdiği belirtiliyor. Fakat aksini söyleyen pek çok kurum olmasına rağmen ben sağlıklı oluşu/güvenilirliği konusunda -hele ki mevzu ticari ürünler olunca- şüpheliyim). İşte tarif: Kurutulm