Ana içeriğe atla

HOLLABACK..

“Teknoloji her şeyi hızlandırıyorsa, tacizin sonlanmasını neden hızlandırmasın?”
Teknolojinin sürekli daha pratik, daha kolay ve daha hızlı olana ulaşarak insanın üzerindeki ağır “yükü” kaldırmak, bu esnada da kendi piyasasını yaratmak gibi dertleri olduğunu biliyorduk. Ama son zamanlarda teknolojik uygulamaların sıkça toplumsal sonunlara eğildiğine tanık oluyoruz. Az mı gördük çevre dostu buzdolabı, yeşil sever fritöz? Bu bir tesadüf değil. Neden? Çünkü şu açık bir şekilde görülüyor ki, her derde deva olan teknoloji, insanın günlük yaşamında yaptığı işlerin daha hızlı, daha pratik ve hatta mümkün olduğunca “insansız” yapılmasını sağlarken, mevcut toplumsal sorunlara bir çare olamıyor. Yani örneğin estetik ameliyatlarla bir kadının kendisinden gayrı bir görünüme kavuşmasını sağlayabiliyor ama, aynı kadının otobüste tacize uğramasına ne yazık ki engel olamıyor.
Sonra bakıyorlar ki, kadınlar bu sorunlarını tartışarak, yazarak, üreterek çözmeye çalışıyorlar, öyle olunca teknoloji hemen el atıyor işe, ne gerek var! Yapmayın, hallederiz, diyor ve bu sorunun da mümkün olduğunca pratik, hızlı ve “insansız” bir çözümünü bulma yoluna gidiyor.
Karşımıza çıkan örnek de bu: Hollaback!
Bir internet sitesi ve bir cep telefonu aplikasyonundan oluşan ve bu uygulama sayesinde bulunduğun yeri işaretlediğin bir taciz haritası oluşturan Hollaback’in kurucuları, 2005 yılında, 23 yaşındaki Thao Nguyen’in New York metrosunda gözünün içine bakarak taciz eden bir adamın cep telefonuyla fotoğrafını çekip internete koymasından ilham almışlar. New York Daily News gazetesi, internette kısa sürede yayılan resmi kapak yapınca kimliği ortaya çıkan tacizci yakalanıyor. Nyugen’in teknoloji sayesinde başardıklarından etkilenen bir grup genç kadın aynı yıl Hollaback New York’u kuruyor. “Teknoloji her şeyi hızlandırıyorsa, tacizin sonlanmasını neden hızlandırmasın?” diyorlar. Hedeflerini ise şöyle açıklıyorlar: “Sokakta tacizi görünür kılmak, taciz mağdurlarına yalnız olmadıklarını hissettirmek ve sessiz kalmak yerine bir karşılık vermelerini olası kılmak.”
Bu ve benzeri projeleri oluşturan “iyi niyetli” insanlarla karşılaştığımda Brecht’in kitabını elime alıp, gözlerinin içine bakıp tekrar tekrar o bildiğimiz şiiri okuma isteğiyle yanıp tutuşuyorum:

MADEM İYİSİN
Anladık iyisin,
Ama neye yarıyor iyiliğin?
......

Taciz mağdurlarının “sessiz kalmak yerine bir karşılık vermelerini olası kılmaktan bahsediyorlar. Bir kadının tacize karşılık vermesi, ancak bir iPhone aplikasyonuyla “olası” kılınabilecek öyleyse. iPhone’u olmayan veya internet erişimi olmayan kadınlar ise ne yazık ki cinsî savunmada sınıfta kaldı.
Bu yazıyı sadece bir telefon markasının reklam politikası olarak ele almayı ve bu reklamı o “iyi niyetli” suratlarla masum masum gülümseyen insanların bahşettiği, şu bizim çok sevdiğimiz “toplumsal duyarlılığa” büründürerek pazarlamalarına karşı yazıyor olmayı tercih ederdim. Ama bu haber ondan biraz fazlası…
Çok daha fazlası. Çünkü bir kadının tacize karşılık vermesinin çözümünü bir internet sitesi ve cep telefonu aplikasyonunda arayanların söylemsel olarak inşa ettikleri kadın; sosyal ortamda yalnız olarak kurgulanmış bir kadın profili. Çünkü bu kadın otobüste tacize uğradığında, bağırarak, konuşarak tacizciyi teşhir edemiyor. Bu kadının “dostları”, o tuşların arkadında, elektrik kablosu ve pili olan şeylerin içinde bir yerlerde… Ancak onlara anlatabiliyor. Çünkü bu; “olasılık dahilinde”.
Tacizden korunmak için bir internet sitesi kurmayı akıl eden o güzel kafa hiç mi akıl etmez otobüste tacize uğrayan bir hemcinsinin yanında durmanın, tepki vermenin önemini anlatmayı, tacizcinin karşısına dikilmeyi veya otobüste tepkisiz kalanlara "siz niye bön bön bakıyorsunuz" diyebilmeyi; peki taciz anında internete tıkır tıkır yazan o narin eller nasıl olur da bir tokat patlatmaktan aciz olur?
Hollaback, bir kadının teknolojik yaşamı dışında her daim yalnız olacağı düşüncesini öyle ustalıklı bir şekilde allayıp pulluyor ki, İstanbul Hollaback’in kurucusu Kacie Kocher, “Bu feminist bir hareketten çok daha öte” diyebiliyor. Hemen ardından da kadınlara tacizden korunmaları için tavsiyelerde bulunuyor: “Peşinden biri geliyorsa hemen telefonda konuşur gibi yap. Güneşi arkana alarak yürü ki, seni takip ediyorsa gölgesini görebil. Kulağa paranoyakça geliyor ama değil. Bir de sokakta asık suratlı gezmek işe yarıyor. Gülümsemek, kahkaha atmak yok. Rahat davranmak vok. Ve vücudum, bir gün daha benim.”
Kadını kadınlıktan çıkararak onun tacize uğramasını engellemek idiyse amaç, Hollaback’e hiç gerek yoktu; bunu babalar, kocalar ve devlet kuşaklardır yapıyor. Bir kadın yazısında son sözü devlete veya erkeklere atmayı tercih edebilirdim ama, bu yazıda son sözüm Hollaback’çi kadınlara:
Gölge etmeyin, başka ihsan istemem. Ne bizi tacizden kurtaracak bir telefon aplikasyonuna ihtiyacımız var, ne de omuzlarının üzerinde erkek başı taşıyan kadınlara.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geliyorum Josephine, yıkanma!

Toplumların temizlik anlayışı tarih boyunca değişmiş. Şimdi yaşanan ise küresel ölçekli bir değişim. Modern yaşamı etkisi altına alan hijyen ideolojisi, getirdiği standartlarla doğal ve insani olanı dışlıyor. Katherine Ashenburg Dirt on Clean adlı kitabında temizlik pratiklerini anlatıyor. Her kültürün kendine, pislik ile aşırı titizlik arasında en mükemmel nokta olarak seçtiği bir temizlik anlayışı var. Modern, orta sınıf Kuzey Amerikalılar için "temiz" kelimesi her gün aksatmadan duş almak ve ardından da parfüm sıkmak anlamına geliyor. Oysa 17. yüzyıl aristokrat Fransız erkeği için temizlik, her gün iç çamaşırını değiştirmek, ellerine su serpmek ve vücudunun geri kalanına su ya da sabun değdirmemek anlamına geliyordu. Birinci yüzyılda Romalılar için iki saat ya da daha uzun süreler vücudu farklı sıcaklıklarda suyla ıslatmak, metal bir aletle vücudun terini ve yağını kazımak demekti. Son olarak da tüm vücut yağlanarak temizlenme işi tamamlanıyordu. Her gün, herkes bir a

Knorr salata sosu, fesleğenli ve kekikli - Tarifini açıklıyorum :)

Bir yıl öncesine kadar bu sosu çok tüketiyordum. Salataya çok güzel bir tat katıyor. 4 kaşık su ve 4 kaşık yağ ile sosu karıştırıp salataya döküyorsunuz. Nasıl bir sos ise, insanın salatayı yedikçe yiyesi geliyor. Hatta arkadaşımla abartıp mayonez de sıkarak yiyorduk salatayı. Ne günlerdi... Sonra neden kendim yapmıyorum bu sosu dedim ve ambalajın arkasındaki tarifi aldım. Sanırım hevesim kaçtığı için bir gün bile yapmayı denemedim evde. İlk okuduğumda zerdeçalın ne olduğunu bilmiyordum. Kesin asıl tadı veren baharat budur diye düşünüyordum. Henüz denemedim ama zerdeçalla tanıştım. Fikrim değişmedi; bence hâlâ işin püf noktası zerdeçal ( 2011 notu: Lezzetin potastum glutamattan geldiğini anladım. İnternette biraz araştırırsanız, çin tuzu diye de geçen bu kimyasalın, alınan tatları daha yoğun hissettirdiği belirtiliyor. Fakat aksini söyleyen pek çok kurum olmasına rağmen ben sağlıklı oluşu/güvenilirliği konusunda -hele ki mevzu ticari ürünler olunca- şüpheliyim). İşte tarif: Kurutulm

Heaven Knows, Mr. Allison - Beyaz Rahibe (1957)

Yönetmen: John Huston Oyuncular: Robert Mitchum, Deborah Kerr Süresi: 198 dk. Issız adalar gerek benzersiz egzotik havaları gerekse manzaraları açısından kişinin yalnızlığını en iyi biçimde yansıtmaya uygun görüldüğü için sinemacıların vazgeçilmez mekanlarıdır. Kaç yıldır ‘Lost’u izliyoruz ekranda bir düşünsenize. İstanbul Modern’de gerçekleştirilen ‘Robert Mitchum ve Cool’un Doğuşu’ isimli programın ayrıntılarını okurken aklıma Mitchum’un, böyle cennet gibi bir adada geçen ‘Beyaz Rahibe’ isimli filmi geldi. Beyazperdede ‘Cool’luğun kitabını yazmış olan aktör, bu filmde de Deborah Kerr ile yine aynı pozisyonda takılıyor. John Huston’ın ‘African Queen’ inden esintiler taşıyan film, baştan sona tabiatın içinde geçer. Ve aynı sevimli-likte olmasına karşın pek tanınmayan ama izlenmeye değer bir filmdir. 2. Dünya Savaşı’nda gemisi batırılan Allison, tesadüfen Japonlara ait bir adaya sürüklenir. Eskiden üs olarak kullanılan ada terk edilmiştir. Kendi imkanlarıyla yaşam mücadelesi vermeye