fark ettim ki, e. gittiğinden beri buraya bir şey yazmıyor. ona diyecektim, neden yazmıyorsun e. diye. ama bunun yerine, aynı şekilde uzun zamandır kendim de yazmadığımı göz önünde bulundurarak önce buraya yazmayı tercih ettim.
öyleyse okuyuculara (bu blogu e.'den ve benden başka okuyan varsa şayet) e.'nin yokluğundan bahsedeyim.
ilginç bir şey, tahmin edilebileceği gibi, biraz yabancılık yaratıyor, ama dolaylı bir yabancılık, yani "eğer burada olsaydı şu an neleri konuşuyor olurduk acaba"nın, gerçekte o an konuşuyor olduğumuz şeylere yabancılığı gibi. konu olarak değil, ama kendimizi konumlandırmamız olarak. örneğin bazen sanki e.'nin şu an burada süren açlık grevlerinden bihaber olduğu yanılgısına kapılıyorum. ya da burada benim gün içinde gündemimde olan herhangi bir başka şeye. sonra bunun böyle olmadığını öğreniyorum, ama bir yandan da e.'nin oradaki gündeminden bihaber hissediyorum kendimi zaman zaman.
tüm bunların yanı sıra, beklemenin (durup-beklemeden, yürüyüp-beklemenin) ne kadar güzel bir şey olduğunun farkına varıyorum. ve aslında bunun daha önceden de yaptığım bir şey olduğunu fark ediyorum. kaç zamandır, kim bilir şu dünyada kaç insan, bir şeyin zamanını yaratarak aynı anda onun zamanını bekliyor... beklemenin bu türlüsü genelde "beklemek" diye gelmiyor dile. ama işte, bugün geldi dilime, böyle de bekleniyormuş, ve hep böyle bekleniyormuş.. dedim.
Rüyalarımdaki korkular bir değişik oluyor sonra. çeşit çeşit kabusların arasında, bir de sabahına uyanınca kendime güldüğüm, ama o rahatsızlık duygusunu üzerimden atamadığım bir rüya ekleniveriyor: zaten 2 haftacık görebilecekmişiz e. ile birbirimizi, 1 haftası geçmiş, kalmış bir hafta, ve fark etmişim ki, 1 hafta boyunca hiç sarılıp birlikte uyuyamamışız. gündüzleri konuşmuşuz da gece ne olduysa birbirimizi bulamamışız. rüyanın geri kalanı, sarılıp uyuyamadan geçirilmiş 1 haftaya vah etmekle geçiyor. sonra uyanınca birkaç saat devam ediyor mutsuzluğu.
sonra başka, bir düzen giriyor hayatıma, özellikle akşam evime gitmekle ilgili. çünkü e. bilgisayar başında beni bekliyor. o gece eve gitmeyeceksem mail atma sorumluluğunu almış bulunuyorum. ve bu olay hoşuma gidiyor. yüzünü bilgisayar ekranında görmek değil ama, onu ekleyeyim, o berbat bir şey. yine de çok alternatif yok bu konuda (sadece mektupla haberleşmek de denenebilir belki)
şimdilik aklımda olanlar bunlar.
bir de burada olmadığından, çağrıştırdığı şeylerde var etmeye çalışıyorum bazen onu. mesela bir fincan kahvenin kokusunun burnuna burnuna vurması gibi.
öyleyse okuyuculara (bu blogu e.'den ve benden başka okuyan varsa şayet) e.'nin yokluğundan bahsedeyim.
ilginç bir şey, tahmin edilebileceği gibi, biraz yabancılık yaratıyor, ama dolaylı bir yabancılık, yani "eğer burada olsaydı şu an neleri konuşuyor olurduk acaba"nın, gerçekte o an konuşuyor olduğumuz şeylere yabancılığı gibi. konu olarak değil, ama kendimizi konumlandırmamız olarak. örneğin bazen sanki e.'nin şu an burada süren açlık grevlerinden bihaber olduğu yanılgısına kapılıyorum. ya da burada benim gün içinde gündemimde olan herhangi bir başka şeye. sonra bunun böyle olmadığını öğreniyorum, ama bir yandan da e.'nin oradaki gündeminden bihaber hissediyorum kendimi zaman zaman.
tüm bunların yanı sıra, beklemenin (durup-beklemeden, yürüyüp-beklemenin) ne kadar güzel bir şey olduğunun farkına varıyorum. ve aslında bunun daha önceden de yaptığım bir şey olduğunu fark ediyorum. kaç zamandır, kim bilir şu dünyada kaç insan, bir şeyin zamanını yaratarak aynı anda onun zamanını bekliyor... beklemenin bu türlüsü genelde "beklemek" diye gelmiyor dile. ama işte, bugün geldi dilime, böyle de bekleniyormuş, ve hep böyle bekleniyormuş.. dedim.
Rüyalarımdaki korkular bir değişik oluyor sonra. çeşit çeşit kabusların arasında, bir de sabahına uyanınca kendime güldüğüm, ama o rahatsızlık duygusunu üzerimden atamadığım bir rüya ekleniveriyor: zaten 2 haftacık görebilecekmişiz e. ile birbirimizi, 1 haftası geçmiş, kalmış bir hafta, ve fark etmişim ki, 1 hafta boyunca hiç sarılıp birlikte uyuyamamışız. gündüzleri konuşmuşuz da gece ne olduysa birbirimizi bulamamışız. rüyanın geri kalanı, sarılıp uyuyamadan geçirilmiş 1 haftaya vah etmekle geçiyor. sonra uyanınca birkaç saat devam ediyor mutsuzluğu.
sonra başka, bir düzen giriyor hayatıma, özellikle akşam evime gitmekle ilgili. çünkü e. bilgisayar başında beni bekliyor. o gece eve gitmeyeceksem mail atma sorumluluğunu almış bulunuyorum. ve bu olay hoşuma gidiyor. yüzünü bilgisayar ekranında görmek değil ama, onu ekleyeyim, o berbat bir şey. yine de çok alternatif yok bu konuda (sadece mektupla haberleşmek de denenebilir belki)
şimdilik aklımda olanlar bunlar.
bir de burada olmadığından, çağrıştırdığı şeylerde var etmeye çalışıyorum bazen onu. mesela bir fincan kahvenin kokusunun burnuna burnuna vurması gibi.
Yorumlar
Yorum Gönder