Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ankara

Geçmişte kalıp adı bana yasaklanana: Ne güzel olurdu isminin her harfini sarf edebilseydim dudaklarımda. En güzel harflerin birleşiminden heceler yazabilseydim sana. Hem herkesten saklıyormuş gibi gizlice sevseydim hem insanlarla paylaşabilseydim aşkımı. Seninle ne güzel olurdu Ankara'da dolaşmak: Kızılay'da karışsaydık kalabalıklara, ellerimizin ayrılacağı korkusuyla daha sıkı sarılsaydı parmaklarımız. Kuğulara simit atsaydık Üsküdar vapurunda yaptığımız gibi. Ellerimizde hissettiğimiz gibi boğazın tuzlu suyunu, balık yeseydik alkol kullanmadan sarhoş olsaydık aşkımızla. Dostlarla buluşsaydık Gölbaşı'nda, Salıncak Kafede tavla atsaydık, düşeş gelse ama altı kapısını kapatmamış olsan. Kalbimin kapısı gibi açık olsa, mars etmesem seni ilk ve tek olsam pullarımla içeride. Aşkımıza benzetme bulamasa arkadaşlar, üstümüzde akik taşımak zorunda kalsak nazardan korunmak için. Emrah Nargöz aşkımızdan esinlense, şiirler yazsa adımıza.İpek Baş yataklık etse sevgimize  Kalbimizle se...
En son yayınlar

Zaman (Leyla The Band)

İki Kadın Bir Bank

Bugün  birbirleriyle hiç alakası olmayan birbirini hiç görmemiş iki kadın karşılaştı… Aylardır izinsiz çalışmanın ve tek izin günüde sevdiği adama saatlerce uğraşarak kek yapmak ve bu kekin aynı gün gerisin geriye tarafıma gönderilmesi yeterince yormuştu beni. 10 gündür kendisinden haber alamamak, arayacağını düşündüğüm günlerde atacağım tripleri planlarken hissizleştirmişti beni. Oysa ki hiçbir şey planladığım gibi gitmedi. Bu sayede bir kez daha hayatımın özellikle ikili ilişkimin benim ellerimde olmadığını fark ettim Ondan haber alamayışımın onuncu günü iş hayatımın karmaşası ve geleceğimi göremeyişimin de etkisiyle aldığım nefesler yetmemeye, hücrelerime ulaşamadan karbondioksite dönüşmeye başlamıştı. Ne sonuna kadar açık pencerelerden gelen hava iyileştirebiliyordu beni ne de bahar havasında yayılan turuncu güneş ışıkları. Nedenini hala bilmediğim bir sebeple attım kendimi Cevizlibağ durağına ve yürümeye başladım Zeytinburnu’na doğru, yürüdüm, yürüdükçe nefes aldım....

Belki ile Başlayıp Kim Bilir ile Biten Yazı

   Ben seni tanımadan önce rüyalarımda görmüştüm. Rüyalarımda görmüştüm, rüyalarımda görüp aşık olmuştum sana, ben seni sana dokunmadan sevmiştim. Seninle karşılaşmadan kavuşmuştum gözlerine. Meğerse farkında olmadan aynı kaldırımlarda yürümüşüz, güneşin doğuşunu aynı gölün üzerinde seyretmişiz. Hiç farkında olmadan aynı arkadaşları dost edinmişiz.    Ben daha sana dokunmadan hissetmiştim avucunun sıcaklığını, meğerse aynı şarkıları söylemişiz seninle, kantinden aldığımız çay bile aynı su ile demlenmiş. Ben seni görmeden sevdim, rüyamda hissettim kokunu ve sana hiç yabancılık çekmedim. Belki de Anka kafeden aldığın ders notları benimdi, benim el yazımı okumuşsun fark etmeden, aynı amfide ders dinledik birbirimizi hiç fark etmeden. Sesimle eşlik ettiğim gitar sesi meğerse senin notaların imiş. Hiç düşündün mü? Belki de sen çıkarken ben girmişimdir kantine? Ya da en sevdiğim hocayla konuşmak için senin odadan çıkmanı beklemişimdir. Ve belki Sami hoca seni benden çok ...

Ada Vapurundan

Kendiliğinden kızaran yanaklarım var benim. Herhangi bı allığa kimyasala bulanmamış pembeliklerim. Bazen ada vapuruna yetişmek için hızlanan kalp atışında bazen gülümsemeni hayal edişimde kızaran elmacık kemiklerim.  En mahremimi bile paylaştığım tek dostla yapılan sohbetlerim var mesela. O zamanda gözlerimi kırpıştırıyorum konuşurken. Bazen yalan söyleyecek oluyorum, burnum kaşınıyor kızarıyorum sonra bı sigara yakıyorum, biranın kokusunu içime çekiyorum Bülbül olup şakıyorum. Sarımsak soslu kalamar geliyor sofraya gülümsüyorum mahcubiyetten bır kere daha kızarıyorum. Ama en güzel çakırkeyifken pembeleşiyorum. Şarkılar söyluyorum kendi kendime, nakarattan giriyorum ucunu basını bulamıyorum cümlelerin kahkahayla sonlandırıyorum gülümsüyorum. Kendimden çok çevreme sarıyorum.  Sanki herkesin derdi benim. Tek basıma çare oluyorum hepsine gururlanıyorum kızarıyorum, devleti bile tek basıma kurtarıyorum kadehin biri bitip öbürü geldiğinde, sövüyorum da sinirlenince tutamıy...

İki Kule İki Terkediliş ve İmkansız Bir Aşk Hikayesi

            Kız kulesi adını aldığı prensesi koruyamamıştı. Oysa ki kral sadece kuleye güvendiği için ona emanet etmişti kızını. Hatta sadece kızı için yaptırmıştı denizin ortasındaki yakışıklıyı. Bir meyve sepeti bir yılan ve bir hayat...            Herkes prensesi koruyamadığı için kız kulesine sitem etmiş.            Dalgalar vurmuş duvarlarına, martılar terk etmiş bir bir, yapayalnız bir başına kalmış suların ortasında ama kimse bilmemiş, hissetmemiş kulenin prensese nasıl aşık olduğunu. Onu o yapanın prenses olduğunu anlaşamamışlar, gelen her sandalda duvarlarına dokunan her kadında prensesini aramış, bulamamış. Çünkü prensesi ölmüş ve bu aşk hiç bitmeyecek bir hikaye olarak kalmış.               Çok uzakta değil, hemen Haliç'in yanı başında bir aşk filizlenmeye başlamış. Galata ve Hezarfen'in aşkı. Sanmayın ki iki taraflıymış bu sevgi, kızımız yine tek ...

Kulenin Hezarfen' e Aşkı..

Üç yıl sonra ilk kez yalnızım. Galata'dayım.  Kulenin hemen dibinde. Ahşap masa ve sandalyeler eşliğinde yudumluyorum bu soğuk İstanbul akşamını. Gün içinde pek mümkün görünmüyordu benim için biraz kafayı dinlemek, yalnız kalmak ve içime dönmek. Bir tarafımda taze patlamış mısır kokusu bir yanımda ise yan masada dedikodu yapan kızların çirkin parfüm kokusu ve tam karşımda gözlerimi kaldırıp havaya baktığımda Galata, ay ve martılar... Çayım geldi ince belli bardağımda. Tadı acı belli ki öğleden kalma, lüks kafelerin ya da mekanların çaylarına benzemiyor tomurcuk yok içinde ama bir huzur var. Aldığım her yudumda beni kendime getiren, özüme döndüren tek başıma mutlu olmayı bilen Belma yapıyor beni. Kimseye itiraf edemediğim, ifade edemediğim hep içimde bir yerde üstüne duman örttüğüm biraz kalamar biraz  bira döktüğüm hatıralar kirpiklerimde şimdi. Neyin arkasına saklandım böyle? Kimden neyden saklandım? Çığlık atmaktan mı korktum? Ya da elime ne gelirse fırlatmakta...