Ana içeriğe atla

Sunum becerileri ve kralın konuşması (Zoraki Kral)

Bir arkadaşın sunum becerileriyle ilgili yaptığımız bir konuşma sonrası alıntıladığı bir yazıdır. Asıl sahibini tanımıyorum. Başlığı da ben uydurdum.

Önceki hafta "en iyi film" dahil pek çok dalda Oscar kazanan Zoraki Kral (The King's Speech) filmini izledim. Filmin açılış sahnesi, o zamanlar henüz prens olan ve kekemelik sorunu yaşayan Kral VI. George'un bir stadyumda halka hitap edeceği sahne idi.

Sahnenin topluluğa hitap ederken yaşanan heyecanı mükemmel yansıtması bir tarafa, beni en çok etkileyen anı, önündeki mikrofonun altından çevresindeki insanlara bakarken heyecana bağlı yaşadığı görme kaybının resmedilmesi idi.
O anda aklıma üniversitedeki ikinci yılımda yaşadığım tecrübe geldi. Üç kişilik proje ekipleri kurulmuş ve her gruba bir şirket verilerek incelememiz istenmişti. Proje, grupların 3 hafta sonra yapacağı sunumlarla son buluyordu. Benim için gerçekten de "son" işte o sunum anıydı. Sunumlardan üç gün sonra hocamızın yaptığı geribildirim her şeyi anlatıyordu aslında: "Sınıfın en başarılı üç öğrencisinden böylesine güzel bir çalışma bekliyordum; beklemediğim sunumdaki felaket idi!"

İşte bu nedenle filmi büyük bir ilgi ile izledim. Prens, topluluğa hitap etmesi istendiğinde kekemeliği nedeniyle özgüven sorunları yaşıyordu; peki böyle sorunları olmamasında karşın pek çok insanın sunum yaparken yaşadığı özgüven kaybının sırrı nedir?

Bana göre bunun iki nedeni var: Planlama-hazırlık aşamasının çok az yapılıyor olması ve deneyiminin az olması.

Çoğu insan sunum yapması gerektiğinde zamanının büyük kısmını powerpoint dosyası ile uğraşarak geçirmekte. Öyle ki, eğitimlerimizde "ne kadarlık sunumlar yapıyorsunuz?" sorusuna verilen cevap genellikle "5-6-10 slaytlık" oluyor. Biz sunumların süresini sorarken cevapların slayt sayısı üzerinden verilmesi bu yazının başlığının ne demek olduğunu anlatmaya yetiyor. Sunumu powerpoint yapmıyor, biz yapıyoruz. Dolayısıyla bir sunumun genel çerçevede içeriğinin önceden oluşturulması gerekiyor.

Bunun için de planlama aşamasında kendimize sormamız gereken üç soru var:
1. Sunumu kime yapacağım?
2. Sunumun amacı nedir?
3. Sunumun içereceği mesaj nedir?

İzleyicinin kim olduğu, neyi duymayı beklediği sunumun içeriğini etkilemektedir. İçeriği en basit hali ile açılış-açıklama-kapanış diye ifade edebiliriz. Amaçlarına göre sunumları sınıflandırmak gerekirse dört gruba ayırabiliriz: Bilgilendirme, eğitim, motivasyon ve ikna sunumları. Her birinin izleyicisinin beklentisi farklı olacağından ve bunun da katılımcı profiline göre değişmesinden dolayı ön hazırlık büyük önem taşımakta. Bugün çevremizde sunumlarda başarılı diye tanımlayabileceğimiz pek çok insanın başarısının arkasında ön hazırlığa yeterli zamanı ayırması olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Tabii tüm hazırlığa karşın bir heyecan hissediliyor olması da son derece normal karşılanmalı. Pek çok kültürde ölümden sonra gelen en büyük heyecanın topluluk önünde konuşma olması, hatta bazı yerlerde onun bile önünde geliyor olması hepimizin duyduğu heyecanı açıklamaya yetiyor.

Yaptığımız eğitimlerde amaçlarımızdan birisi de, insanlara duydukları heyecanın izleyenler tarafından düşündüklerinden daha az gözlemlendiğini gösterebilmek. "Sunum yaparken sesim titriyordu, videoda çıkmamış" tarzında ifadeler çok sık duyduğumuz şeyler. Işte bu nedenle işin psikolojisi çok önem taşıyor: Eğer sunum yaparken "ne yapıyorum, herkes boş boş bana bakıyor" gibi düşünürsek sonucu daha da kötü olacaktır; ama kendi kendimize "heyecanlıyım ama biliyorum ki onlar beni düşündüğümden daha iyi görüyor" dememiz bile bir rahatlama getirecektir.

Dikkat ederseniz buraya kadar powerpoint'ten hiç bahsetmedik. Bunun nedeni zaten başlıkta gizli. Bununla birlikte konu sunum olunca mutlaka değinilmesi gereken bir konu bu.

Hazırlanacak sunumun mutlaka basit, amacına uygun olması gerekmekte. Genellikle kurumsal hayatta gözlemlediğimiz sorun, sunum dosyalarının izleyicinin algısını artırmaya yönelik değil de sunum yapacak kişiye bir hatırlatma aracı olarak kullanılmasıdır. Çoğumuzun içimizden "yalnızca orada yazanları okuyacaksan, bu toplantıyı yapmasaydık da dosyayı gönderseydin" demesinin ardında yatan neden işte bu. Kısaca ifade etmek gerekirse, gerçekten izleyenler üzerinde etki yaratacaksa görsel kullanalım, ama bunun mümkün olduğunca "görsel" olması, yazı ile doldurulmamış olmasında fayda var ki akılda kalıcılığı olsun.

Bazen "bu iş doğuştan gelen bir yetenek" diye düşünüyor insan. Doğuştan gelen bir takım fiziksel özelliklerin buna katkısının olduğu yadsınamaz. Bununla birlikte yalnızca doğuştan gelen bir yetenek olsa idi Kral VI. George kekemelik sorununa karşın bu kadar başarılı konuşmalar yapamazdı. Her işte olduğu gibi sunumda da başarılı olmanın arkasında planlama-hazırlık ve keyif almaya çalışmak yatıyor. Öyle ya, sunum yaparken biz keyif almıyorsak karşımızdakilerin almasını beklemek ne derece mümkün?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geliyorum Josephine, yıkanma!

Toplumların temizlik anlayışı tarih boyunca değişmiş. Şimdi yaşanan ise küresel ölçekli bir değişim. Modern yaşamı etkisi altına alan hijyen ideolojisi, getirdiği standartlarla doğal ve insani olanı dışlıyor. Katherine Ashenburg Dirt on Clean adlı kitabında temizlik pratiklerini anlatıyor. Her kültürün kendine, pislik ile aşırı titizlik arasında en mükemmel nokta olarak seçtiği bir temizlik anlayışı var. Modern, orta sınıf Kuzey Amerikalılar için "temiz" kelimesi her gün aksatmadan duş almak ve ardından da parfüm sıkmak anlamına geliyor. Oysa 17. yüzyıl aristokrat Fransız erkeği için temizlik, her gün iç çamaşırını değiştirmek, ellerine su serpmek ve vücudunun geri kalanına su ya da sabun değdirmemek anlamına geliyordu. Birinci yüzyılda Romalılar için iki saat ya da daha uzun süreler vücudu farklı sıcaklıklarda suyla ıslatmak, metal bir aletle vücudun terini ve yağını kazımak demekti. Son olarak da tüm vücut yağlanarak temizlenme işi tamamlanıyordu. Her gün, herkes bir a...

Knorr salata sosu, fesleğenli ve kekikli - Tarifini açıklıyorum :)

Bir yıl öncesine kadar bu sosu çok tüketiyordum. Salataya çok güzel bir tat katıyor. 4 kaşık su ve 4 kaşık yağ ile sosu karıştırıp salataya döküyorsunuz. Nasıl bir sos ise, insanın salatayı yedikçe yiyesi geliyor. Hatta arkadaşımla abartıp mayonez de sıkarak yiyorduk salatayı. Ne günlerdi... Sonra neden kendim yapmıyorum bu sosu dedim ve ambalajın arkasındaki tarifi aldım. Sanırım hevesim kaçtığı için bir gün bile yapmayı denemedim evde. İlk okuduğumda zerdeçalın ne olduğunu bilmiyordum. Kesin asıl tadı veren baharat budur diye düşünüyordum. Henüz denemedim ama zerdeçalla tanıştım. Fikrim değişmedi; bence hâlâ işin püf noktası zerdeçal ( 2011 notu: Lezzetin potastum glutamattan geldiğini anladım. İnternette biraz araştırırsanız, çin tuzu diye de geçen bu kimyasalın, alınan tatları daha yoğun hissettirdiği belirtiliyor. Fakat aksini söyleyen pek çok kurum olmasına rağmen ben sağlıklı oluşu/güvenilirliği konusunda -hele ki mevzu ticari ürünler olunca- şüpheliyim). İşte tarif: Kurutulm...

Heaven Knows, Mr. Allison - Beyaz Rahibe (1957)

Yönetmen: John Huston Oyuncular: Robert Mitchum, Deborah Kerr Süresi: 198 dk. Issız adalar gerek benzersiz egzotik havaları gerekse manzaraları açısından kişinin yalnızlığını en iyi biçimde yansıtmaya uygun görüldüğü için sinemacıların vazgeçilmez mekanlarıdır. Kaç yıldır ‘Lost’u izliyoruz ekranda bir düşünsenize. İstanbul Modern’de gerçekleştirilen ‘Robert Mitchum ve Cool’un Doğuşu’ isimli programın ayrıntılarını okurken aklıma Mitchum’un, böyle cennet gibi bir adada geçen ‘Beyaz Rahibe’ isimli filmi geldi. Beyazperdede ‘Cool’luğun kitabını yazmış olan aktör, bu filmde de Deborah Kerr ile yine aynı pozisyonda takılıyor. John Huston’ın ‘African Queen’ inden esintiler taşıyan film, baştan sona tabiatın içinde geçer. Ve aynı sevimli-likte olmasına karşın pek tanınmayan ama izlenmeye değer bir filmdir. 2. Dünya Savaşı’nda gemisi batırılan Allison, tesadüfen Japonlara ait bir adaya sürüklenir. Eskiden üs olarak kullanılan ada terk edilmiştir. Kendi imkanlarıyla yaşam mücadelesi vermeye ...