Ana içeriğe atla

Su baskını, yangın ve süzme bok

Umut Sarıkaya - Sobalı Ev
ve bir su sızar yerden... gözler yere eğilir... küfür edilir ve yemeğe dönülür... ekranda behzat ç, bas devam düğmesine. daha bir ay önce yaşamışız aynısını abimle. hiç kasılacak bir durum değil, nasıl olsa sebebini o zaman da çözememiştik, sabaha bir şeyi kalmaz. ser havluyu baba...
sabah uyandım. odanın dörtte biri su. hemen her vakit yerde olan bilgisayara doğru ilerliyor... halı eme eme çekiyor suyu. priz hafiften yemiş zaten, elektriğe de takılı. şarj aleti desen sırtüstü durmasa o da mefta olacak.
o an abimi nasıl uyandırdığıma göre olayın seyri korku filminden polyanna'nın sinema uyarlamasına doğru kayabilir. "abi, abi kalk su!" desem sıçış ki ne sıçış! abim ilk on dakika ne olduğunu kavramayı bırakıp bağırmaya çağırmaya, küfretmeye başlayacak. "onu da getir bunu da ser" diyerek tecrübeyle sabit bir harp yaşatacak. en iyisi sessiz sessiz işe koyulup belli bir noktasından sonra işin içine dahil etmek... halıyı bir kenera itiyorum, elektrikli aksamları güvenli bir yere yerleştiriyorum. bir havlu bakınıyorum... birazdan okula gitmem gerek, gidemem artık. kaytaracağıma sevinip, su meselesi yüzünden evde başka bir işle ilgilenemeyeceğime üzülüyorum. bütün gün mal mal uğraşırız şimdi.
olayın seyrinin nasıl değişeceğine ilginç bir örnek sakarya'daki ikinci senemde olmuştu. bir gece saat 12'ye gelirken murat sızmış, ben salonun öbür tarafında yatak/kanapemdeyim. o yıl ahmet ayrılmıştı, muratla ikimiz kalıyorduk 300TL/ay'lık evimizde. o evi tutmamızın hikayesi de ayrı bir facia zaten... neyse, sobayla ısınıyoruz, gürül gürül mübarek. dedim ki şu yastığın kılıfı beklemekle kurumaz, bu gece yastıkla yatayım bari, sobanın üstünde kuruturum iki dakikada... yastığın polyester içini sobanın bir metre kenarına koymuşum, kılıfı da sobanın üstündeki klasik kapağımsı demire. hani şu 90 derece açıyla bacaya yaslanıp üstüne maşa konulan kapaktan (bkz. umut sarıkaya'nın sobalı evi). sonra dalmışım 10 dakika kadar. deli ısınmış kılıf, yandı yanacak. fahrenheit 451 hesabı, üstü kahverengiye çalıyor, daha da kullanılmaz. kenarından tutup çekmemle alev alması bir oldu. sönsün diye halat çevirir gibi çevirmeye başladım yanan kumaşı. o an sahne yavaşladı, matrix modunda yavaş çekim izliyoruz olayı... gözüm 1 saniye içinde üç şeye takıldı: birincisi hemen sağımdaki yastığın polyester iç kısmı, yerde dibimde duruyor. salladığım kumaştan bir parça kıvılcım gelse alev alacak. sıçtık dedim içimden. hemen söndürmezsem sağım solum saatli bomba gibi, yerler halıfleks ve halı, polyester, onun hemen yanında perdeler, arkamda kanepe/yatak.. büyük zıçış... ikincisi; hemen salonun öbür yarısında, muratın uyuduğu kanepenin sağındaki çekmeceli komidinin üstündeki plastik sürahi. kapağı sarı renkli ve üstünde ayran karıştırıcı sopa yok. en ucuzu yani. içinde su. bayağı da dolu. komidin zaten çekmeceli oluyor sanırım. demin google'da arattım acaba onun adı komidin miydi diye, aklımda doğru kalmış. sürahideki suyu kullanıp ateşi söndürsem diyorum içimden (kumaş hala çevrilmekte bu arada), sonra diyorum ki "yav içme suyu bu, yazıktır, hem pahalı abi. gidip çeşme suyu doldursam bu içme suyunu nereye boşaltacağım? yav neyse...". üçüncüsü: içme suyunu kullanmamaya karar verdikten sonra hafif soldaki murat'a bakıyorum. uyandırayım bari suyu getirsin. yoksa ben elimde halat çevirir gibi gidersem sağa sola kıvılcım saçılacak. en iyisi o su getirsin...
- murat! murat! kalk olum yangın çıkıyor kalk! şu yanındaki suyu versene, ya da bi' su doldur bea!
uyku sersemi murat'ın gözler belerdi. elinde ateşten bir halka, yüzü profilden düşen ışıklarla acayip şekiller alan bir yaratık ona sesleniyor! kalkacak gibi doğrulurken kilitlendi:
- laan?! anneeee! anneee!!
tırtsı, uçan adam gibi bir sıçrayışta yere yuvarlandı (uçan adam sabri'nin adapazarında (ada) büyüdüğünü ve bizim de olay sırasında adada olduğumuzu hatırlarsak durum bilimsel bir boyutta incelenebilir). sonra kanepenin önünde büzülüp dizlerini kollarıyla karnına çekti. ben de yavaş çekim durumundan sonunda çıkıp kumaşı yere çaldım. terlik merlik basarak söndürdüm. halı ve halıfleks birazcık yandı ama o kadarcık olur artık. o gece insanların yangın dumanından nasıl öldüğünü anladım. inanılmaz bir gri duman odayı sardı. cidden göz gözü göremeyecek kadar. o ara murat biraz kendine gelmişti, hemen camları açtık. başım ağrımaya, uykum gelmeye başladı dumanı soludukça. hayatımda ilk defa bayılacağımı zannettim dumandan. murat aylarca anneee diye değil, e......., e.......... diye bağırdığını iddia etti. birkaç ay sonra evi kapatırken anahtarı alt katta oturan nineye teslim ediyorduk. "yavrum, geçen gece biriniz annee diye mi bağırıyordunuz? kötü bir şey mi olduydu?" dedi. murat'a sırıtarak yandan bir bakış attım.
bütün gün mal mal uğraşırız şimdi... öyle de oldu. abim uyandı, şehir uyandı, site yöneticisi, kapıcı, bilimum tesisatçı ve saz arkadaşları uyandı. apartman birden karınca yuvası gibi hareketlendi. telefonlaşmalar bağırış cümbüş... bir de sorun toptan hallolsa iyi olacaktı ama işler o kadar yavaş işliyor ki, 3 saatte sorunun kaynağı bulunamadı. ara ara sular yeniden basıyor, mutfaktaki boruların sorunu üstlenmesiyle biraz yol katediliyor... hemen ardından alt ve üst kattan da pörtleme haberleri geliyor: "mutfak musluklarından fışkırmış", "bulaşık makinesinden kusmuş", "7. kat komple suymuş"...
parkeler kabarmaya başladı. mayalı hamur gibi şişti, üstüne bindik, mikro dalga koyduk, mini kütüphane, tuğla boyutunda kitaplar... yok, kabardı bir kere. hâlâ üstünde kitaplar.
tabii abim yine sinir stres... sabahtan beri hiçbir şey yememişiz. ben durumu geyiğe vurmaktan başka bir şey yapamıyorum. zaten her türlüsünü görmüşüm: daha önce bu evde aynısı başımıza geldi, diğerinde odayı bok bastı (evet bildiğimiz süzme bok), bir diğerinde eşyalar yüzdü. boklu sulu az şey yaşamadım. daha kötüsü de olsa koymaz artık...

Yorumlar

  1. beterin beteri varmış ben öğrendim öyle deme :)

    YanıtlaSil
  2. Bi okutup üfletek seni.. Geçmiş olsun :(

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geliyorum Josephine, yıkanma!

Toplumların temizlik anlayışı tarih boyunca değişmiş. Şimdi yaşanan ise küresel ölçekli bir değişim. Modern yaşamı etkisi altına alan hijyen ideolojisi, getirdiği standartlarla doğal ve insani olanı dışlıyor. Katherine Ashenburg Dirt on Clean adlı kitabında temizlik pratiklerini anlatıyor. Her kültürün kendine, pislik ile aşırı titizlik arasında en mükemmel nokta olarak seçtiği bir temizlik anlayışı var. Modern, orta sınıf Kuzey Amerikalılar için "temiz" kelimesi her gün aksatmadan duş almak ve ardından da parfüm sıkmak anlamına geliyor. Oysa 17. yüzyıl aristokrat Fransız erkeği için temizlik, her gün iç çamaşırını değiştirmek, ellerine su serpmek ve vücudunun geri kalanına su ya da sabun değdirmemek anlamına geliyordu. Birinci yüzyılda Romalılar için iki saat ya da daha uzun süreler vücudu farklı sıcaklıklarda suyla ıslatmak, metal bir aletle vücudun terini ve yağını kazımak demekti. Son olarak da tüm vücut yağlanarak temizlenme işi tamamlanıyordu. Her gün, herkes bir a

Knorr salata sosu, fesleğenli ve kekikli - Tarifini açıklıyorum :)

Bir yıl öncesine kadar bu sosu çok tüketiyordum. Salataya çok güzel bir tat katıyor. 4 kaşık su ve 4 kaşık yağ ile sosu karıştırıp salataya döküyorsunuz. Nasıl bir sos ise, insanın salatayı yedikçe yiyesi geliyor. Hatta arkadaşımla abartıp mayonez de sıkarak yiyorduk salatayı. Ne günlerdi... Sonra neden kendim yapmıyorum bu sosu dedim ve ambalajın arkasındaki tarifi aldım. Sanırım hevesim kaçtığı için bir gün bile yapmayı denemedim evde. İlk okuduğumda zerdeçalın ne olduğunu bilmiyordum. Kesin asıl tadı veren baharat budur diye düşünüyordum. Henüz denemedim ama zerdeçalla tanıştım. Fikrim değişmedi; bence hâlâ işin püf noktası zerdeçal ( 2011 notu: Lezzetin potastum glutamattan geldiğini anladım. İnternette biraz araştırırsanız, çin tuzu diye de geçen bu kimyasalın, alınan tatları daha yoğun hissettirdiği belirtiliyor. Fakat aksini söyleyen pek çok kurum olmasına rağmen ben sağlıklı oluşu/güvenilirliği konusunda -hele ki mevzu ticari ürünler olunca- şüpheliyim). İşte tarif: Kurutulm

Heaven Knows, Mr. Allison - Beyaz Rahibe (1957)

Yönetmen: John Huston Oyuncular: Robert Mitchum, Deborah Kerr Süresi: 198 dk. Issız adalar gerek benzersiz egzotik havaları gerekse manzaraları açısından kişinin yalnızlığını en iyi biçimde yansıtmaya uygun görüldüğü için sinemacıların vazgeçilmez mekanlarıdır. Kaç yıldır ‘Lost’u izliyoruz ekranda bir düşünsenize. İstanbul Modern’de gerçekleştirilen ‘Robert Mitchum ve Cool’un Doğuşu’ isimli programın ayrıntılarını okurken aklıma Mitchum’un, böyle cennet gibi bir adada geçen ‘Beyaz Rahibe’ isimli filmi geldi. Beyazperdede ‘Cool’luğun kitabını yazmış olan aktör, bu filmde de Deborah Kerr ile yine aynı pozisyonda takılıyor. John Huston’ın ‘African Queen’ inden esintiler taşıyan film, baştan sona tabiatın içinde geçer. Ve aynı sevimli-likte olmasına karşın pek tanınmayan ama izlenmeye değer bir filmdir. 2. Dünya Savaşı’nda gemisi batırılan Allison, tesadüfen Japonlara ait bir adaya sürüklenir. Eskiden üs olarak kullanılan ada terk edilmiştir. Kendi imkanlarıyla yaşam mücadelesi vermeye