Sevdiği kadınla buluşmuştu. Geri dönerken ikinciye sıkıştığını hissetti. Otobüse daha vardı, kahvaltı yaptıkları yere döndü tuvalet için. Yakınlarda başka bir yer olmayışı canını sıkmıştı. Çiçekleri ve aslında üzerinde çiçek de kalmamış kel toprağı ezmeyip yolu takip etmek için uzun uzun dolandı. Tekrar cebinden çakmağı ve telefonu çıkarıp çantasına koydu, x-ray cihazından geçti. Yolda bekçilerin "bugün buralar kapalı, sadece kafeterya açık, biliyorsunuz değil mi?" dediği fotoğrafçı amcalara rastladı. Sabahki deneyimin verdiği rahatlıkla bekçilere bakmadan içeri daldı ve kimse ona aynı soruyu sormadı. İşini gördükten sonra otobüs durağına yürüdü. Acıktığını hissetti. Çişinin gelmesi bu işi geciktirmiş olmalıydı.
Sevilesi kadının aldığı kitabı okumaya başladı. İkide bir kafasını kaldırıp otobüs geldi mi diye bakıyordu. Durağa doğru yürüyen başörtülü iki kız takıldı gözüne. Konuşurlarken biri dik dik ona bakıyordu. İki saniye takılı kaldılar. Kız bakışını indirdi. Uzun süredir ilk defa, zorlayarak da olsa o çevirmemişti gözlerini, mutlu oldu.
Otobüse bindi ve kitaptaki dilenemeyen dilenci gibi ağır ağır yürüyüp gidiş yönüne ters ve tanıdık bir koltuğa oturdu. Cama mı yoksa koridora mı oturacağını kestiremedi. Işık belki okumayı kolaylaştırır diyerek cama kaykıldı. Tünele girdiklerinde mantolu dilenci de çoktan su birikintisini geçmiş, insanlardan sıyrılmıştı. Başı ağırlaştı, okuması yavaşladı ama pes etmedi. Kafasındaki ağırlık arttıkça aldığı keyif de artıyordu. Beyazlı adamı daha bir anlar gibi oldu. Gözünü kırpmadan ama yavaşça okumaya devam etti. İndiğinde, kalan iki yüz metrelik yolu nasıl yürüyeceğini düşündü. Elinde kitap, okuya okuya gitmeye karar verdi, üç beş satır okudu. Sonra, mantoları kuşanmaya şimdilik gerek yok deyip sade yürümeye devam etti. Ama başının ağırlığı devam ediyordu. Şeffaf ve ağır bir uyku tulumu taşıyor gibiydi kafasının içinde. Dünyayı bir perdenin arkasından duyuyor ve görüyor gibiydi, açlığın da etkisiyle bacakları tutmadan sürtüyordu sadece. Bakkaldan geçerken saat üç yönünde çocukluğunu bildiği ve her karşılaştıklarında içinden çocukluğunu bilirim diye geçirdiği üst komşularının kızını gördü. Bir şeyi mahvetmişçesine kafasını geriye atıp avucunu alnına götürdü kız. Ah eder gibi bir ağız hareketi yaptı. Onu gördüğünü fark etmemiş olmalıydı. Bakkalın burada da mı takılıyor artık mahallenin gençleri diye düşündü. Neredeyse yedi yirmi dört ilerideki sokakta olurlardı.
Köşeyi dönüp eve girdi, annesiyle masaya oturdu. Son kalan ekşi ve halis köy yoğurdundan yapılma ayranı bardağına doldurdu. Annesinin vazgeçilmezi domatesli sarmısaklı biber kavurmasını tabağa boşalttı. Yanına bol soğanlı ve yine domatesli salatayı ekledi. Annesi tenceredeki üç tostu işaret etti. Keyfi tavana vurmuştu. Bu beklenmedik öğünün mutluluğuyla bir iki sohbet ettiler. Elini üçüncü cumhuriyet sucuklu tosta uzatmıştı ki, annesi onun babasına kalmasını istedi. N'olur sanki ya dedi. Üçüncüyü de yemek istiyordu. Babası bilmezdi bile. Evde değişik bir şeyler piştiğinde herkesin tatması geçiyor içimden, dedi annesi. Peki deyip ekmekle devam etti. Sonra komşusuna gideceğini söyleyip ayrıldı annesi. İki dakika geçmeden kapı çaldı, bir şey unutmuş olmalıydı. Üst komşunun kızı çıktı, annen bunu gönderdi deyip kitap boyutunda bir paket uzattı. Üzerinde ismi ve adresi yazan paketler almaya alışık olup şaşırmasaydı, içinden, çocukluğunu bilirim bu kızın derdi muhtemelen. Beyaz mantolunun, günün ilk hayırseveri kadına baktığı gibi ifadesizce baktı kıza ve teşekkür etti. Yurtdışındaki arkadaşı uzun süre önce yaptıkları bisiklet gezisinin fotoğrafları olan bir dvd göndermişti.
Elinde paket, odasına geçti. Bu kadar erken gelmesini beklemiyordu. Bir an yürüyüşü bıçak gibi kesildi, paketi bırakıp sandalyeye oturdu. Bunu düşünememişti. Sevdiği kadınla beş altı saat vakit geçirirken acıkmıştı. Kadın da acıkmış olmalıydı. Ayrıldıklarında sıkıştığından fark etmemişti bu durumu. Hiç olmazsa bir simit alıp yiyebilirlerdi. Belki de kalan gün boyu acıkma halinde devam edecekti kadın. Acelesi vardı çünkü. Keşke dedi içinden. Kafasındaki ağırlık midesine indi. Annesini, üçüncü tostu, babasını ve kadını düşündü.
Sevilesi kadının aldığı kitabı okumaya başladı. İkide bir kafasını kaldırıp otobüs geldi mi diye bakıyordu. Durağa doğru yürüyen başörtülü iki kız takıldı gözüne. Konuşurlarken biri dik dik ona bakıyordu. İki saniye takılı kaldılar. Kız bakışını indirdi. Uzun süredir ilk defa, zorlayarak da olsa o çevirmemişti gözlerini, mutlu oldu.
Otobüse bindi ve kitaptaki dilenemeyen dilenci gibi ağır ağır yürüyüp gidiş yönüne ters ve tanıdık bir koltuğa oturdu. Cama mı yoksa koridora mı oturacağını kestiremedi. Işık belki okumayı kolaylaştırır diyerek cama kaykıldı. Tünele girdiklerinde mantolu dilenci de çoktan su birikintisini geçmiş, insanlardan sıyrılmıştı. Başı ağırlaştı, okuması yavaşladı ama pes etmedi. Kafasındaki ağırlık arttıkça aldığı keyif de artıyordu. Beyazlı adamı daha bir anlar gibi oldu. Gözünü kırpmadan ama yavaşça okumaya devam etti. İndiğinde, kalan iki yüz metrelik yolu nasıl yürüyeceğini düşündü. Elinde kitap, okuya okuya gitmeye karar verdi, üç beş satır okudu. Sonra, mantoları kuşanmaya şimdilik gerek yok deyip sade yürümeye devam etti. Ama başının ağırlığı devam ediyordu. Şeffaf ve ağır bir uyku tulumu taşıyor gibiydi kafasının içinde. Dünyayı bir perdenin arkasından duyuyor ve görüyor gibiydi, açlığın da etkisiyle bacakları tutmadan sürtüyordu sadece. Bakkaldan geçerken saat üç yönünde çocukluğunu bildiği ve her karşılaştıklarında içinden çocukluğunu bilirim diye geçirdiği üst komşularının kızını gördü. Bir şeyi mahvetmişçesine kafasını geriye atıp avucunu alnına götürdü kız. Ah eder gibi bir ağız hareketi yaptı. Onu gördüğünü fark etmemiş olmalıydı. Bakkalın burada da mı takılıyor artık mahallenin gençleri diye düşündü. Neredeyse yedi yirmi dört ilerideki sokakta olurlardı.
Köşeyi dönüp eve girdi, annesiyle masaya oturdu. Son kalan ekşi ve halis köy yoğurdundan yapılma ayranı bardağına doldurdu. Annesinin vazgeçilmezi domatesli sarmısaklı biber kavurmasını tabağa boşalttı. Yanına bol soğanlı ve yine domatesli salatayı ekledi. Annesi tenceredeki üç tostu işaret etti. Keyfi tavana vurmuştu. Bu beklenmedik öğünün mutluluğuyla bir iki sohbet ettiler. Elini üçüncü cumhuriyet sucuklu tosta uzatmıştı ki, annesi onun babasına kalmasını istedi. N'olur sanki ya dedi. Üçüncüyü de yemek istiyordu. Babası bilmezdi bile. Evde değişik bir şeyler piştiğinde herkesin tatması geçiyor içimden, dedi annesi. Peki deyip ekmekle devam etti. Sonra komşusuna gideceğini söyleyip ayrıldı annesi. İki dakika geçmeden kapı çaldı, bir şey unutmuş olmalıydı. Üst komşunun kızı çıktı, annen bunu gönderdi deyip kitap boyutunda bir paket uzattı. Üzerinde ismi ve adresi yazan paketler almaya alışık olup şaşırmasaydı, içinden, çocukluğunu bilirim bu kızın derdi muhtemelen. Beyaz mantolunun, günün ilk hayırseveri kadına baktığı gibi ifadesizce baktı kıza ve teşekkür etti. Yurtdışındaki arkadaşı uzun süre önce yaptıkları bisiklet gezisinin fotoğrafları olan bir dvd göndermişti.
Elinde paket, odasına geçti. Bu kadar erken gelmesini beklemiyordu. Bir an yürüyüşü bıçak gibi kesildi, paketi bırakıp sandalyeye oturdu. Bunu düşünememişti. Sevdiği kadınla beş altı saat vakit geçirirken acıkmıştı. Kadın da acıkmış olmalıydı. Ayrıldıklarında sıkıştığından fark etmemişti bu durumu. Hiç olmazsa bir simit alıp yiyebilirlerdi. Belki de kalan gün boyu acıkma halinde devam edecekti kadın. Acelesi vardı çünkü. Keşke dedi içinden. Kafasındaki ağırlık midesine indi. Annesini, üçüncü tostu, babasını ve kadını düşündü.
Yorumlar
Yorum Gönder