Ana içeriğe atla

Sevilen kadın ve üçüncü tost

Sevdiği kadınla buluşmuştu. Geri dönerken ikinciye sıkıştığını hissetti. Otobüse daha vardı, kahvaltı yaptıkları yere döndü tuvalet için. Yakınlarda başka bir yer olmayışı canını sıkmıştı. Çiçekleri ve aslında üzerinde çiçek de kalmamış kel toprağı ezmeyip yolu takip etmek için uzun uzun dolandı. Tekrar cebinden çakmağı ve telefonu çıkarıp çantasına koydu, x-ray cihazından geçti. Yolda bekçilerin "bugün buralar kapalı, sadece kafeterya açık, biliyorsunuz değil mi?" dediği fotoğrafçı amcalara rastladı. Sabahki deneyimin verdiği rahatlıkla bekçilere bakmadan içeri daldı ve kimse ona aynı soruyu sormadı. İşini gördükten sonra otobüs durağına yürüdü. Acıktığını hissetti. Çişinin gelmesi bu işi geciktirmiş olmalıydı.

Sevilesi kadının aldığı kitabı okumaya başladı. İkide bir kafasını kaldırıp otobüs geldi mi diye bakıyordu. Durağa doğru yürüyen başörtülü iki kız takıldı gözüne. Konuşurlarken biri dik dik ona bakıyordu. İki saniye takılı kaldılar. Kız bakışını indirdi. Uzun süredir ilk defa, zorlayarak da olsa o çevirmemişti gözlerini, mutlu oldu.

Otobüse bindi ve kitaptaki dilenemeyen dilenci gibi ağır ağır yürüyüp gidiş yönüne ters ve tanıdık bir koltuğa oturdu. Cama mı yoksa koridora mı oturacağını kestiremedi. Işık belki okumayı kolaylaştırır diyerek cama kaykıldı. Tünele girdiklerinde mantolu dilenci de çoktan su birikintisini geçmiş, insanlardan sıyrılmıştı. Başı ağırlaştı, okuması yavaşladı ama pes etmedi. Kafasındaki ağırlık arttıkça aldığı keyif de artıyordu. Beyazlı adamı daha bir anlar gibi oldu. Gözünü kırpmadan ama yavaşça okumaya devam etti. İndiğinde, kalan iki yüz metrelik yolu nasıl yürüyeceğini düşündü. Elinde kitap, okuya okuya gitmeye karar verdi, üç beş satır okudu. Sonra, mantoları kuşanmaya şimdilik gerek yok deyip sade yürümeye devam etti. Ama başının ağırlığı devam ediyordu. Şeffaf ve ağır bir uyku tulumu taşıyor gibiydi kafasının içinde. Dünyayı bir perdenin arkasından duyuyor ve görüyor gibiydi, açlığın da etkisiyle bacakları tutmadan sürtüyordu sadece. Bakkaldan geçerken saat üç yönünde çocukluğunu bildiği ve her karşılaştıklarında içinden çocukluğunu bilirim diye geçirdiği üst komşularının kızını gördü. Bir şeyi mahvetmişçesine kafasını geriye atıp avucunu alnına götürdü kız. Ah eder gibi bir ağız hareketi yaptı. Onu gördüğünü fark etmemiş olmalıydı. Bakkalın burada da mı takılıyor artık mahallenin gençleri diye düşündü. Neredeyse yedi yirmi dört ilerideki sokakta olurlardı.

Köşeyi dönüp eve girdi, annesiyle masaya oturdu. Son kalan ekşi ve halis köy yoğurdundan yapılma ayranı bardağına doldurdu. Annesinin vazgeçilmezi domatesli sarmısaklı biber kavurmasını tabağa boşalttı. Yanına bol soğanlı ve yine domatesli salatayı ekledi. Annesi tenceredeki üç tostu işaret etti. Keyfi tavana vurmuştu. Bu beklenmedik öğünün mutluluğuyla bir iki sohbet ettiler. Elini üçüncü cumhuriyet sucuklu tosta uzatmıştı ki, annesi onun babasına kalmasını istedi. N'olur sanki ya dedi. Üçüncüyü de yemek istiyordu. Babası bilmezdi bile. Evde değişik bir şeyler piştiğinde herkesin tatması geçiyor içimden, dedi annesi. Peki deyip ekmekle devam etti. Sonra komşusuna gideceğini söyleyip ayrıldı annesi. İki dakika geçmeden kapı çaldı, bir şey unutmuş olmalıydı. Üst komşunun kızı çıktı, annen bunu gönderdi deyip kitap boyutunda bir paket uzattı. Üzerinde ismi ve adresi yazan paketler almaya alışık olup şaşırmasaydı, içinden, çocukluğunu bilirim bu kızın derdi muhtemelen. Beyaz mantolunun, günün ilk hayırseveri kadına baktığı gibi ifadesizce baktı kıza ve teşekkür etti. Yurtdışındaki arkadaşı uzun süre önce yaptıkları bisiklet gezisinin fotoğrafları olan bir dvd göndermişti.

Elinde paket, odasına geçti. Bu kadar erken gelmesini beklemiyordu. Bir an yürüyüşü bıçak gibi kesildi, paketi bırakıp sandalyeye oturdu. Bunu düşünememişti. Sevdiği kadınla beş altı saat vakit geçirirken acıkmıştı. Kadın da acıkmış olmalıydı. Ayrıldıklarında sıkıştığından fark etmemişti bu durumu. Hiç olmazsa bir simit alıp yiyebilirlerdi. Belki de kalan gün boyu acıkma halinde devam edecekti kadın. Acelesi vardı çünkü. Keşke dedi içinden. Kafasındaki ağırlık midesine indi. Annesini, üçüncü tostu, babasını ve kadını düşündü.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geliyorum Josephine, yıkanma!

Toplumların temizlik anlayışı tarih boyunca değişmiş. Şimdi yaşanan ise küresel ölçekli bir değişim. Modern yaşamı etkisi altına alan hijyen ideolojisi, getirdiği standartlarla doğal ve insani olanı dışlıyor. Katherine Ashenburg Dirt on Clean adlı kitabında temizlik pratiklerini anlatıyor. Her kültürün kendine, pislik ile aşırı titizlik arasında en mükemmel nokta olarak seçtiği bir temizlik anlayışı var. Modern, orta sınıf Kuzey Amerikalılar için "temiz" kelimesi her gün aksatmadan duş almak ve ardından da parfüm sıkmak anlamına geliyor. Oysa 17. yüzyıl aristokrat Fransız erkeği için temizlik, her gün iç çamaşırını değiştirmek, ellerine su serpmek ve vücudunun geri kalanına su ya da sabun değdirmemek anlamına geliyordu. Birinci yüzyılda Romalılar için iki saat ya da daha uzun süreler vücudu farklı sıcaklıklarda suyla ıslatmak, metal bir aletle vücudun terini ve yağını kazımak demekti. Son olarak da tüm vücut yağlanarak temizlenme işi tamamlanıyordu. Her gün, herkes bir a

Knorr salata sosu, fesleğenli ve kekikli - Tarifini açıklıyorum :)

Bir yıl öncesine kadar bu sosu çok tüketiyordum. Salataya çok güzel bir tat katıyor. 4 kaşık su ve 4 kaşık yağ ile sosu karıştırıp salataya döküyorsunuz. Nasıl bir sos ise, insanın salatayı yedikçe yiyesi geliyor. Hatta arkadaşımla abartıp mayonez de sıkarak yiyorduk salatayı. Ne günlerdi... Sonra neden kendim yapmıyorum bu sosu dedim ve ambalajın arkasındaki tarifi aldım. Sanırım hevesim kaçtığı için bir gün bile yapmayı denemedim evde. İlk okuduğumda zerdeçalın ne olduğunu bilmiyordum. Kesin asıl tadı veren baharat budur diye düşünüyordum. Henüz denemedim ama zerdeçalla tanıştım. Fikrim değişmedi; bence hâlâ işin püf noktası zerdeçal ( 2011 notu: Lezzetin potastum glutamattan geldiğini anladım. İnternette biraz araştırırsanız, çin tuzu diye de geçen bu kimyasalın, alınan tatları daha yoğun hissettirdiği belirtiliyor. Fakat aksini söyleyen pek çok kurum olmasına rağmen ben sağlıklı oluşu/güvenilirliği konusunda -hele ki mevzu ticari ürünler olunca- şüpheliyim). İşte tarif: Kurutulm

Heaven Knows, Mr. Allison - Beyaz Rahibe (1957)

Yönetmen: John Huston Oyuncular: Robert Mitchum, Deborah Kerr Süresi: 198 dk. Issız adalar gerek benzersiz egzotik havaları gerekse manzaraları açısından kişinin yalnızlığını en iyi biçimde yansıtmaya uygun görüldüğü için sinemacıların vazgeçilmez mekanlarıdır. Kaç yıldır ‘Lost’u izliyoruz ekranda bir düşünsenize. İstanbul Modern’de gerçekleştirilen ‘Robert Mitchum ve Cool’un Doğuşu’ isimli programın ayrıntılarını okurken aklıma Mitchum’un, böyle cennet gibi bir adada geçen ‘Beyaz Rahibe’ isimli filmi geldi. Beyazperdede ‘Cool’luğun kitabını yazmış olan aktör, bu filmde de Deborah Kerr ile yine aynı pozisyonda takılıyor. John Huston’ın ‘African Queen’ inden esintiler taşıyan film, baştan sona tabiatın içinde geçer. Ve aynı sevimli-likte olmasına karşın pek tanınmayan ama izlenmeye değer bir filmdir. 2. Dünya Savaşı’nda gemisi batırılan Allison, tesadüfen Japonlara ait bir adaya sürüklenir. Eskiden üs olarak kullanılan ada terk edilmiştir. Kendi imkanlarıyla yaşam mücadelesi vermeye