Ana içeriğe atla

"Nazım Hikmet vatandaşlık için 'bizzat' başvurmalı"

Tarihten kareler... Bu yaşadıklarımızı unutmayalım: İçişleri Bakanı, Nâzım'a yeniden Türk vatandaşlığı verilmesi için bizzat müracaat gerektiğini söyledi.

TBMM İçişleri Komisyonu'nda Vatandaşlık Kanunu tasarısı görüşülürken, şair Nâzım Hikmet'e yeniden Türk vatandaşlığı verilmesi konusunda ilginç bir tartışma yaşandı.

Komisyon, Vatandaşlık Kanun Tasarısı'nı alt komisyona sevk etti. Aksu (dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu), Türk vatandaşının yabancı bir devlet vatandaşlığına geçmek için önceden izin alması uygulamasına son verildiğini söyledi.

Mezardan mı çıksın?
CHP İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü, tasarıdan türbanıyla Meclis Genel Kurulu'na giren Merve Kavakçı ve milletvekilliği düşürülen diğer kişilerin de yararlanabileceğini anımsatarak, "Ancak Nâzım Hikmet'e ilişkin bir düzenleme yer almıyor. Bu tasarıyla Nâzım Hikmet'in mezardan çıkması ve idari yargıya başvurması gereklilik haline gelmiştir" dedi.

Aksu ise Kavakçı ve Nâzım'a ilişkin görüşleri yanıtlarken, tasarıda vatandaşlıkla ilgili hakların "şahsa bağlı" olduğunu, müracaatları halinde Türk vatandaşı olabildiklerini ifade etti. Bunun üzerine Ülkü, "Ölü adam mezardan mı kalkacak?" karşılığını verdi.

Alıntı: Milliyet, 27 Nisan 2006

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geliyorum Josephine, yıkanma!

Toplumların temizlik anlayışı tarih boyunca değişmiş. Şimdi yaşanan ise küresel ölçekli bir değişim. Modern yaşamı etkisi altına alan hijyen ideolojisi, getirdiği standartlarla doğal ve insani olanı dışlıyor. Katherine Ashenburg Dirt on Clean adlı kitabında temizlik pratiklerini anlatıyor. Her kültürün kendine, pislik ile aşırı titizlik arasında en mükemmel nokta olarak seçtiği bir temizlik anlayışı var. Modern, orta sınıf Kuzey Amerikalılar için "temiz" kelimesi her gün aksatmadan duş almak ve ardından da parfüm sıkmak anlamına geliyor. Oysa 17. yüzyıl aristokrat Fransız erkeği için temizlik, her gün iç çamaşırını değiştirmek, ellerine su serpmek ve vücudunun geri kalanına su ya da sabun değdirmemek anlamına geliyordu. Birinci yüzyılda Romalılar için iki saat ya da daha uzun süreler vücudu farklı sıcaklıklarda suyla ıslatmak, metal bir aletle vücudun terini ve yağını kazımak demekti. Son olarak da tüm vücut yağlanarak temizlenme işi tamamlanıyordu. Her gün, herkes bir a

Knorr salata sosu, fesleğenli ve kekikli - Tarifini açıklıyorum :)

Bir yıl öncesine kadar bu sosu çok tüketiyordum. Salataya çok güzel bir tat katıyor. 4 kaşık su ve 4 kaşık yağ ile sosu karıştırıp salataya döküyorsunuz. Nasıl bir sos ise, insanın salatayı yedikçe yiyesi geliyor. Hatta arkadaşımla abartıp mayonez de sıkarak yiyorduk salatayı. Ne günlerdi... Sonra neden kendim yapmıyorum bu sosu dedim ve ambalajın arkasındaki tarifi aldım. Sanırım hevesim kaçtığı için bir gün bile yapmayı denemedim evde. İlk okuduğumda zerdeçalın ne olduğunu bilmiyordum. Kesin asıl tadı veren baharat budur diye düşünüyordum. Henüz denemedim ama zerdeçalla tanıştım. Fikrim değişmedi; bence hâlâ işin püf noktası zerdeçal ( 2011 notu: Lezzetin potastum glutamattan geldiğini anladım. İnternette biraz araştırırsanız, çin tuzu diye de geçen bu kimyasalın, alınan tatları daha yoğun hissettirdiği belirtiliyor. Fakat aksini söyleyen pek çok kurum olmasına rağmen ben sağlıklı oluşu/güvenilirliği konusunda -hele ki mevzu ticari ürünler olunca- şüpheliyim). İşte tarif: Kurutulm

Heaven Knows, Mr. Allison - Beyaz Rahibe (1957)

Yönetmen: John Huston Oyuncular: Robert Mitchum, Deborah Kerr Süresi: 198 dk. Issız adalar gerek benzersiz egzotik havaları gerekse manzaraları açısından kişinin yalnızlığını en iyi biçimde yansıtmaya uygun görüldüğü için sinemacıların vazgeçilmez mekanlarıdır. Kaç yıldır ‘Lost’u izliyoruz ekranda bir düşünsenize. İstanbul Modern’de gerçekleştirilen ‘Robert Mitchum ve Cool’un Doğuşu’ isimli programın ayrıntılarını okurken aklıma Mitchum’un, böyle cennet gibi bir adada geçen ‘Beyaz Rahibe’ isimli filmi geldi. Beyazperdede ‘Cool’luğun kitabını yazmış olan aktör, bu filmde de Deborah Kerr ile yine aynı pozisyonda takılıyor. John Huston’ın ‘African Queen’ inden esintiler taşıyan film, baştan sona tabiatın içinde geçer. Ve aynı sevimli-likte olmasına karşın pek tanınmayan ama izlenmeye değer bir filmdir. 2. Dünya Savaşı’nda gemisi batırılan Allison, tesadüfen Japonlara ait bir adaya sürüklenir. Eskiden üs olarak kullanılan ada terk edilmiştir. Kendi imkanlarıyla yaşam mücadelesi vermeye