Kucağımda gri bir kedi. Çok küçük daha. Bana bakıyor. "Başımı kalbine koysana" diyor. Hafif sağa dönük uzanmışım balkonda. Yanımda annem var. Ya da bana öyle geliyor. Balkon manzaralı, uzaklara bakıyor. Çok yüksekteyiz gibi. Uzaklarla aramızda çok mesafe var. Akşamüstü. Tepemde solda ay ışığı var. Aslında bir yıldızın ışığı. Soğuk ve mavi. Sağına doğru başka bir bilinen ama hatırlayamadığım ışık, yıldız. Nedense ikisinin ortasına getirmeliyim kediyi diyorum.
Kediyle daha önce oynamıştık. Ayaklarını tutup hafifçe sarsarak şakalaşmıştık. Çok sevimli bir şey, ses de çıkarıyor. Aynı melodiyi aynı anda mırıldanıyoruz boğuk seslerimizle. Gülüyoruz sonra. Sevimli işte.
Balkonun en sol köşesinde hafif sağa dönüktüm. Üzerimdeki battaniye sırtüstü doğrulmamı engelliyor. Karşımızda manzara yerine televizyon programı var. Yine mi Mehmet Ali Erbil? Bilemiyorum. Görüntü var ama neyle ilgili olduğu belirsiz. Yarışma gibi. Biraz izledikten sonra başı göğsümde olan kedi doğruluyor. Ayrılıyor sanırım. Ben de arası kopuk olmakla birlikte otobüse geçiyorum.
Biriyle konuşuyorum. Hava karanlık. Cep telefonlu bir şeyler. Karşılıklı gülümsüyoruz. Kısa saçlı, kırmızı, pembe, kızıl arası bir renkte. Ama siyah aynı zamanda, altta. Beyaz yüzlü. Konuşmaya devam ediyoruz. İçeriği hatırlayamıyorum. G meydanda iniyoruz. Aynı yere doğru gidiyoruz, birlikte yürümeye başlıyoruz. Etraf biraz değişmiş. "Buralar biraz değişmiş" diyorum ve salaklığımı düşünüyorum. "Neredeydin ki?" diye sormuyor allahtan. Yoksa tam burnu büyüklük olur diyorum içimden. Pişmanlık hissi.
"Bana gelmek ister misin bir ara?" diyor. Hoşuma gidiyor. "Canım sıkılıyor, şimdi geleyim" diyorum. Olur diyor. Ana caddenin sağındaki paralel sokaklardan birine gitmiş olmalıyız. En üst kattayız sanırım. Dışarısının epeyce ışığı var. Fazladan ışık yanmıyor içeride. Tanıdık sayılabilecek ama hatırlayamadığım bir iç mekan. Beyaz tüller rüzgarla odanın içine savruluyor. Sarılıyoruz. Mutfak gibi bir odayı görüyorum. Orada ışık açık gibi. "Yalnız mı yaşıyorsun?" diye soruyorum. Olumlar bir şeyler diyor. Telefonda konuşmaya başlıyor.
Pencerenin kenarındayız. Pencere yan yana iki kareden oluşuyor, belki de daha fazla. Bazısı açık, dirseklerimiz pencereye dayalı, o telefonda konuşmaya devam ediyor. Karşıdaki bina inanılmaz yakın. İki pencere arası otuz santimetre. Binalar aynı sanırım. Pencerelerin dibindeki kanepeler de aynı ve sünger sırtlıkları da pencereye dayanmış. Karşıdaki odanın içi görünüyor. Yine aynı kare pencereler. Işığı açık. İçeride perdenin solunda bir kanepe görünüyor. Oturduğu kanepeden dolayı öğrenci olduğunu düşündüğüm zenci telefonda konuşuyor sanırım. Bizdeki açık pencere dışa doğru açık. O kadar yakınlar ki, bizdeki pencere karşıdaki eve giriyor. Sanırım biraz diğer pencereye vurup ses çıkarıyor. Zenci yana doğru bakar gibi oluyor. Kırmızı pencereyi düzeltiyor telefonda konuşurken. Karşıdaki evde yaşayanlar da arada bu pencereyi kullanıp buraya geliyor mudur? Yakın da olsa tehlikeli. Kaç kat yüksekteyiz, ya ayağın kayarsa? Karşıdaki binanın sol bitişiğinde emniyet tabelası asılı emniyet binası var. Aslında uzun süre perspektif hatası yüzünden karşımızdaki binanın emniyet olduğunu sanmıştım, şimdi net görüyorum.
Kırmızı telefonda konuşmasını sürdürüyor ama sanki ben yer değiştirmiş gibiyim. Biraz geriye gitmişim. O masa başında sanki. "On gibi uygun musun?" diye soruyor bana. Anlamıyorum, tekrar benzer bir soru soruyor. Elindeki Nokia 1110i mi? "Onur için diyorum, ben tuvalete gideceğim, on çeyrek gibi gelse nasıl olur, kapıya bakar mısın?". Bakarım da, kıskanmaz mı Onur? "Olur tabii". Burada mı kalacak o da? İyi arkadaşlar sanırım ama zaten saat geç, ne ara biz konuşacağız? Onur geldi etti diyene kadar... Ben Onur'u görmüş müydüm ki? Aslında durumdan memnunum. Mutlu hissediyorum yani.
Yine mi sokağa indim? Sanki şehir değiştirmişim. Bulanık şehir ışıklarını ve asfaltı hatırlıyorum. P mi burası?
Ve son olarak 123 gelsin, Binalar: http://youtu.be/8SQDWnKen-U
Kediyle daha önce oynamıştık. Ayaklarını tutup hafifçe sarsarak şakalaşmıştık. Çok sevimli bir şey, ses de çıkarıyor. Aynı melodiyi aynı anda mırıldanıyoruz boğuk seslerimizle. Gülüyoruz sonra. Sevimli işte.
Balkonun en sol köşesinde hafif sağa dönüktüm. Üzerimdeki battaniye sırtüstü doğrulmamı engelliyor. Karşımızda manzara yerine televizyon programı var. Yine mi Mehmet Ali Erbil? Bilemiyorum. Görüntü var ama neyle ilgili olduğu belirsiz. Yarışma gibi. Biraz izledikten sonra başı göğsümde olan kedi doğruluyor. Ayrılıyor sanırım. Ben de arası kopuk olmakla birlikte otobüse geçiyorum.
Biriyle konuşuyorum. Hava karanlık. Cep telefonlu bir şeyler. Karşılıklı gülümsüyoruz. Kısa saçlı, kırmızı, pembe, kızıl arası bir renkte. Ama siyah aynı zamanda, altta. Beyaz yüzlü. Konuşmaya devam ediyoruz. İçeriği hatırlayamıyorum. G meydanda iniyoruz. Aynı yere doğru gidiyoruz, birlikte yürümeye başlıyoruz. Etraf biraz değişmiş. "Buralar biraz değişmiş" diyorum ve salaklığımı düşünüyorum. "Neredeydin ki?" diye sormuyor allahtan. Yoksa tam burnu büyüklük olur diyorum içimden. Pişmanlık hissi.
"Bana gelmek ister misin bir ara?" diyor. Hoşuma gidiyor. "Canım sıkılıyor, şimdi geleyim" diyorum. Olur diyor. Ana caddenin sağındaki paralel sokaklardan birine gitmiş olmalıyız. En üst kattayız sanırım. Dışarısının epeyce ışığı var. Fazladan ışık yanmıyor içeride. Tanıdık sayılabilecek ama hatırlayamadığım bir iç mekan. Beyaz tüller rüzgarla odanın içine savruluyor. Sarılıyoruz. Mutfak gibi bir odayı görüyorum. Orada ışık açık gibi. "Yalnız mı yaşıyorsun?" diye soruyorum. Olumlar bir şeyler diyor. Telefonda konuşmaya başlıyor.
Pencerenin kenarındayız. Pencere yan yana iki kareden oluşuyor, belki de daha fazla. Bazısı açık, dirseklerimiz pencereye dayalı, o telefonda konuşmaya devam ediyor. Karşıdaki bina inanılmaz yakın. İki pencere arası otuz santimetre. Binalar aynı sanırım. Pencerelerin dibindeki kanepeler de aynı ve sünger sırtlıkları da pencereye dayanmış. Karşıdaki odanın içi görünüyor. Yine aynı kare pencereler. Işığı açık. İçeride perdenin solunda bir kanepe görünüyor. Oturduğu kanepeden dolayı öğrenci olduğunu düşündüğüm zenci telefonda konuşuyor sanırım. Bizdeki açık pencere dışa doğru açık. O kadar yakınlar ki, bizdeki pencere karşıdaki eve giriyor. Sanırım biraz diğer pencereye vurup ses çıkarıyor. Zenci yana doğru bakar gibi oluyor. Kırmızı pencereyi düzeltiyor telefonda konuşurken. Karşıdaki evde yaşayanlar da arada bu pencereyi kullanıp buraya geliyor mudur? Yakın da olsa tehlikeli. Kaç kat yüksekteyiz, ya ayağın kayarsa? Karşıdaki binanın sol bitişiğinde emniyet tabelası asılı emniyet binası var. Aslında uzun süre perspektif hatası yüzünden karşımızdaki binanın emniyet olduğunu sanmıştım, şimdi net görüyorum.
Kırmızı telefonda konuşmasını sürdürüyor ama sanki ben yer değiştirmiş gibiyim. Biraz geriye gitmişim. O masa başında sanki. "On gibi uygun musun?" diye soruyor bana. Anlamıyorum, tekrar benzer bir soru soruyor. Elindeki Nokia 1110i mi? "Onur için diyorum, ben tuvalete gideceğim, on çeyrek gibi gelse nasıl olur, kapıya bakar mısın?". Bakarım da, kıskanmaz mı Onur? "Olur tabii". Burada mı kalacak o da? İyi arkadaşlar sanırım ama zaten saat geç, ne ara biz konuşacağız? Onur geldi etti diyene kadar... Ben Onur'u görmüş müydüm ki? Aslında durumdan memnunum. Mutlu hissediyorum yani.
Yine mi sokağa indim? Sanki şehir değiştirmişim. Bulanık şehir ışıklarını ve asfaltı hatırlıyorum. P mi burası?
- SFR'in kırmızı (RED) reklamları
- Şebnem Ferah'ın Artık Kısa Cümleler Kuruyorum (1999) albümü ve albümdeki Ay, Bugün ve Kalbim şarkıları
- 38 ve 323 numaralı otobüsler
- Châtelet'de gecenin 5'inde yerler ıslak, metro açık
- G meydan, otobüsten inmek, herkesin yürümeye başlaması
- Eski tahta kanepenin bej, kırmızı, kahverengi şeritli sünger kılıfı
- Zencileri seviyorum, iyi anlaşıyoruz
- Behzat Ç ve emniyet
- Halamdaki kediler, sokaklarda kedi yok
- Lolcat, LOL-kat https://en.wikipedia.org/wiki/Lolcat
- Beyaz kapüşonlu mavi örgü hırka, battaniye kabilinden
- Sabah gördüğüm sokak çocuğu hikayesi
Ve son olarak 123 gelsin, Binalar: http://youtu.be/8SQDWnKen-U
Yorumlar
Yorum Gönder