Ana içeriğe atla

Edebiyat Bir İş Midir?

Başlık belli. Yirmi yedi yaşıma bastım. Okumak en büyük zevkim zamanla da işim oldu. Peki 'edebiyat' gerçekten bir iş olabilir mi? İşte bu aralar takıldığım soru bu.

Neden şimdi geldi belleğime yerleşti arada bir tahta kurusu gibi 'kıtır kıtır' sesler çıkararak 'hu hu komşu' şeklinde bu soru ile yaşıyorum bir yandan cebelleşiyorum.

Yani durum şu aslında, etrafı gözlemliyorum ve görüyorum ki herkesin somut meseleleri ve işleri var. Mesela ofis işi ,ne bileyim kuaför, otobüs şoförü, bankacı... bu liste uzar gider. Telefona bakıyor sekreter, randevuları ayarlıyor, otobüs şoförü aracını kullanıyor, inen, binen yolcuları kontrol ediyor dikiz aynasından ne bileyim kuaför açıyor kepengi, ağda, kaş, saç... Kısacası bu örnekler niye?: Herkes somut uğraşlar içinde de ondan.

Sonra bana geliyoruz ya da benim gibi olanlara. Soruyorlar ne yapıyorsun 'Edebiyat mezunuyum' diyorum.

'hımmmmm' evet aldığım cevap bu uzun bir 'hımmmmmm'

 İşte sorun burada başlıyor. Yaptığım şeyin somutsuzluğu yani soyutluluk hali... Kitaplar, yazarlar, kısacası hep yazılar benim işim... Karakterlerle boğuşuyorum. Yazarlarla çoğu hayattan çoktan silinmiş... Cümleler işim, zihnim ofisim... Ve önümde derya deniz bir dehliz...

İşte bu 'hımmm' çeken insana ufaktan derdimi anlatmaya, yaptıklarımdan bahsetmeye çalışıyorum. İfade daha da dehşete dönüşüyor. Anlamsız gözlere, sıkılmış bir ifadeye.

Hani yukarıda bahsettiğim gibi saç kessem mesela, ya da bankacı olup sayılarla uğraşsam tüm gün 'aaa kuaför müsün, aaa bankacı mısın diyecek karşımdaki?' Bir ilgi, ufacık bir tepki... En azından 'hımmmm' dan daha anlamlı.

Gerçi üçüncü dünya toplumlarında anlaşılması güç bir iş, uğraş... 'İnsan neden edebiyat okur ki?' diyen milyonlarca beyinle aynı ortamda yaşam... Ya da 'edebiyat' dışında her işi yapan akademisyenlerin bile varlığı varken, aman kısacası zor vesselam çok zor iş...

Peki kendime dönüyorum tekrar.

'Yok ne yalan söyleyeyim, hep dedim diyeceğim, kitaplar, eserler ve edebiyat benim nefes alanım. Çek benden bunları, geriye hiçbir şeyim kalmaz. Ben de o 'hımmmm' ifadesine söyle demeliyim sanırım:

'Sayın kişi,

Bizim işimiz sözcükler, yazılar, eserler bu da kalp ve kafaya seslenmek demektir ki evet dünyanın en soyut ama en gerekli işidir. '

Tekrar Türkiye'nin durumuna dönüp bakacak olursak dünyadaki sanat-edebiyat- düşünce sahasındaki yerimiz bellidir.

Yurt dışında tanınan, okunan bilinen kaç yazarımız , şairimiz vardır?

(Aynı soru diğer sanat dalları için geçerlidir fakat ben burada edebiyatı temel aldım.)

Bir ara Edebiyat Fakülteleri kapatılmaya kalktı diye anımsıyorum. Hatta çoğu özel üniversitede artık bölüm açılmıyor bile. Gittikçe ölü bir alan düşünce dünyası dayanan bölümler  - hele sosyoloji, felsefe ya da tarihin içler acısı durumuna hiç girmeyeceğim-

Üniversiteden bir anektod: İkinci sınıftı sanırım. Hocamız geldi. Kürsüde yerini aldı. Sınıfın mevcudu az. Derslerin ilk günleri. Tek tek hepimize en son ne okuduğumuzu sordu. Bir öğrenci şöyle cevap verdi: ' Ben kitap okumam!' Laz fıkrası gibi bir şeydi bu yaşanan.

Bizde ki öğrenci durumu bu, öyle Avrupa'daki gibi 'tıkır tıkır' kütüphanede çalışanları mumla aratır, bırak öğrencilerini,  bazı akademisyenler bile öğrencilerin bu hallerine ' rahmet okutacak' durumdadırlar.

Ama Türkiye'de böyle hasbelkader bir yerlere düşmüş 'armut' çoktur.

Sözlerimi toparlarsam, 'vah halime!' diye çok rahat yakınabilirim ama yapmıyorum, bıkkınlık yok mu?

Hem de nasıl ama her gün koşuyorum gene kütüphaneye, her gün okuyorum, yaşamım, nefes alanım, savaşmaya devam etmek lazım...

  • İnsan her gün bir parça müzik dinlemeli, iyi bir şiir okumalı, güzel bir tablo görmeli ve mümkünse birkaç mantıklı cümle söylemelidir. ( Goethe)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geliyorum Josephine, yıkanma!

Toplumların temizlik anlayışı tarih boyunca değişmiş. Şimdi yaşanan ise küresel ölçekli bir değişim. Modern yaşamı etkisi altına alan hijyen ideolojisi, getirdiği standartlarla doğal ve insani olanı dışlıyor. Katherine Ashenburg Dirt on Clean adlı kitabında temizlik pratiklerini anlatıyor. Her kültürün kendine, pislik ile aşırı titizlik arasında en mükemmel nokta olarak seçtiği bir temizlik anlayışı var. Modern, orta sınıf Kuzey Amerikalılar için "temiz" kelimesi her gün aksatmadan duş almak ve ardından da parfüm sıkmak anlamına geliyor. Oysa 17. yüzyıl aristokrat Fransız erkeği için temizlik, her gün iç çamaşırını değiştirmek, ellerine su serpmek ve vücudunun geri kalanına su ya da sabun değdirmemek anlamına geliyordu. Birinci yüzyılda Romalılar için iki saat ya da daha uzun süreler vücudu farklı sıcaklıklarda suyla ıslatmak, metal bir aletle vücudun terini ve yağını kazımak demekti. Son olarak da tüm vücut yağlanarak temizlenme işi tamamlanıyordu. Her gün, herkes bir a

Knorr salata sosu, fesleğenli ve kekikli - Tarifini açıklıyorum :)

Bir yıl öncesine kadar bu sosu çok tüketiyordum. Salataya çok güzel bir tat katıyor. 4 kaşık su ve 4 kaşık yağ ile sosu karıştırıp salataya döküyorsunuz. Nasıl bir sos ise, insanın salatayı yedikçe yiyesi geliyor. Hatta arkadaşımla abartıp mayonez de sıkarak yiyorduk salatayı. Ne günlerdi... Sonra neden kendim yapmıyorum bu sosu dedim ve ambalajın arkasındaki tarifi aldım. Sanırım hevesim kaçtığı için bir gün bile yapmayı denemedim evde. İlk okuduğumda zerdeçalın ne olduğunu bilmiyordum. Kesin asıl tadı veren baharat budur diye düşünüyordum. Henüz denemedim ama zerdeçalla tanıştım. Fikrim değişmedi; bence hâlâ işin püf noktası zerdeçal ( 2011 notu: Lezzetin potastum glutamattan geldiğini anladım. İnternette biraz araştırırsanız, çin tuzu diye de geçen bu kimyasalın, alınan tatları daha yoğun hissettirdiği belirtiliyor. Fakat aksini söyleyen pek çok kurum olmasına rağmen ben sağlıklı oluşu/güvenilirliği konusunda -hele ki mevzu ticari ürünler olunca- şüpheliyim). İşte tarif: Kurutulm

Heaven Knows, Mr. Allison - Beyaz Rahibe (1957)

Yönetmen: John Huston Oyuncular: Robert Mitchum, Deborah Kerr Süresi: 198 dk. Issız adalar gerek benzersiz egzotik havaları gerekse manzaraları açısından kişinin yalnızlığını en iyi biçimde yansıtmaya uygun görüldüğü için sinemacıların vazgeçilmez mekanlarıdır. Kaç yıldır ‘Lost’u izliyoruz ekranda bir düşünsenize. İstanbul Modern’de gerçekleştirilen ‘Robert Mitchum ve Cool’un Doğuşu’ isimli programın ayrıntılarını okurken aklıma Mitchum’un, böyle cennet gibi bir adada geçen ‘Beyaz Rahibe’ isimli filmi geldi. Beyazperdede ‘Cool’luğun kitabını yazmış olan aktör, bu filmde de Deborah Kerr ile yine aynı pozisyonda takılıyor. John Huston’ın ‘African Queen’ inden esintiler taşıyan film, baştan sona tabiatın içinde geçer. Ve aynı sevimli-likte olmasına karşın pek tanınmayan ama izlenmeye değer bir filmdir. 2. Dünya Savaşı’nda gemisi batırılan Allison, tesadüfen Japonlara ait bir adaya sürüklenir. Eskiden üs olarak kullanılan ada terk edilmiştir. Kendi imkanlarıyla yaşam mücadelesi vermeye