Ana içeriğe atla

Stream of Consciousness / Bilinç Akışı


Bilinç akışı karakterin düşünme eylemini olduğu gibi aktarmaya çalışan bir edebi tekniktir, demiş vikipedi. Bir ingiliz dili edebiyatı mezunu olarak ayrıntıya girmek isterim.

Bilinç Akışı tekniği şöyledir ki: karakterin anlatmak istediği iç monologlarla verilir okuyucuya, metnin takibi bu yüzden zordur, karakterin parça parça o an aklına gelen her şeyle alakalı düşüncelerini okursunuz, tabi bunlar öyle rastgele verilmez,aslında hepsi verilmek istenilen düşüncenin parçalarıdır, bilinç akışı sadece kurgusal bir araçtır; "eveeet bir kız vardı, İngilterede taşrada yaşardı.Çok ama çok güzeldi." diye girmez daha ilk sayfada, işinizi zorlaştırır, kafanızı çalıştırır, kısaca stream of consciousness candır.

Şimdi istediğim bilinç akışı yapmak, aklımdan geçen her şeyi yazmak, hiç birinin birbiriyle olan bağlantısını takip etmeye çalışmadan öylesine yazmak...

Coldplay grubu candır, Chris Martin solisti güzeller güzeli bir adamdır, sesi de harikadır, böyle akşamlarda,eylülün ortalarında, camı sonuna kadar açıp, ışığı kapatıp coldplay şarkıları dinlemek de öyle...
Alicia Keys de iyidir, tam loş ortamların sesi bu kadının sesi, çok dumanlı ( o nasıl oluyosa artık ).

Hayvanlarla aram her zaman iyi olmuştur,(Coldplay ve Aliciadan hayvanlara atlamak:S ) kedilerle yakınlaşmak küçük boyutlarda olmalarından kaynaklı daha kolay olduğu için genelde kedilerle vakit geçirirdim, köpekleri kedilerden daha çok severim ama onlarla kaynaşmak daha zor olabiliyor derken geçen aylardan birinde bir sokak köpeğini ilk olarak nasıl sevdiğimi hatırlamıyorum ama bi anda aramızda bir bağ oluştu. Bu arada kediler nankördür diyenlere ithafen; En nankörü insandır canlıların, kedilere nankör demeyi keselim lütfen. Bu bağ her geçen gün gelişti, şimdi beni kıskanan, başka köpeklere dokunmamı sindiremeyen, yanımdan biri geçtiğinde bile beni koruma içgüdüsüyle insanlara havlayan bi köpek haline geldi. Anlayacağınız o ki, bana bayağı bağlandı. Bu bir yandan çok ama çok hoşuma gitse de, bir yandan da bu şehirden gitmek zorunda kalırsam ne yapacağım onsuz diye üzülmeme neden oluyor, o da beni özleyecektir sanırım. Az önce yanından geldim, diğer köpekler de onu beslediğimi bildikleri için ne zaman dışarı çıksam yanımda bitiyorlar, artık marketlerden ne kadar artık et, kemik topladıysak paylaştırıyorum aralarında :) 

İnsanları daha yakından tanıdıkça, onlarla daha fazla vakit geçirdikçe hayvanları daha da çok seviyorum ben. 

Bu ülkenin eğitim sistemi, ÖSYMsi, YÖKü ne kadar özensiz, baştansavma kurumlar yahu, her geçen sene başka bir saçmalıkla karşımıza çıkıyorlar, eğitim sisteminin durumu hakkaten içler acısı, gelecek kuşaklar için üzülüyorum. Bir de hayatında hiç Pringlesın mor paketlisini yemeyenler için...


Aslında bu ülkede kadın olarak yaşamak bile zorlu bir süreç, her an tecavüz edilme korkusu var artık içimde, o kadar çok tecavüz haberi okuyorum ki haberlerde, benim kadar rahat bir kadın şu ülkede 100kadından biridir, ben bile tanımadığım hatta tanıdığım erkeklere evde yalnızken kapı açmamaya karar verdim, polislerin bile kendisinden yardım isteyen küçük kızlara tecavüz ettiklerini varsayarsak çok haksız sayılmam. " Yok canım o kadar da değil." diyemezsiniz yani.

Çok yazık ama, Türkiyede her şeye hakim olan bir parti AKP, Adalet ve Kalkınma partisi, fakat adeletten anladığı 10 tecavüzcüden 8ini serbest bırakmak, belki 9unu. Bazen böyle bir dünyaya çocuk doğurmak ne kadar mantıklı diye düşünmeden edemiyorum. Çocuk doğurmak içinde ehliyet gibi bir şey alınmalı, insanlar sınavlara tabi tutulmalı, cahil, okumamış, çocuk büyütmekten anladığı emzirmek ve altını değiştirmek olan kadınlara bu izin verilmemeli, Belirli bir eğitim seviyesindeki insanlar çoğalsın bence, sadece eğitim seviyesi de değil, insanların ruh sağlığı da çok detaylı incelenmeli bu süreçte, çok fazla şizofren var çevremizde farketmediğimiz, ruh sağlığı çok bozuk insanlar var, onların da çocuk yapmaya hakkı olmamalı, kendileri gibi sağlıksız çocuklar üretmeleri topluma hiç bir katkı sağlamıyor, aksine zararlılar. Eğitim seviyesi çok yüksek, sağlıklı, büyüttükleri çocuklar topluma çok yararlı olacak ebeveyler 1 ya da en fazla 2 çocuk yaparken, nerde cahil cühela, sağlıksız kişiler var onların 6 çocuğu var, sonra kuru gürültü.. Twitter da arada bir gündeme bakıyorum, binlerce genç takipleşme peşinde, zamanını twitterde takipçi arayarak  geçiren çocuğu neden doğurdun ki ? Ne gerek vardı ki ? Boş kalabalık..

Cidden bazen yeni insanlarla tanıştığımda keşke bununla vakit harcayacağıma gidip bi köpek falan sevseydim dediğim zamanlar çok.

Evde bir hayvan olmadığı zaman ev eve benzemiyor arkadaş. Bomboş, çok gereksiz oluyor.

Bu arada çok şanslı bir kız olduğum için çok şanslıyım. Bazen istediğim şeyler birebir gerçekleşiyor. 2 gün önce şöyle güzel bir çeviri işi alsam da biraz çeviri yapsam para kazansam derken, şu an önümde yığılı yaklaşık 300sayfa çeviri var, hepsi bitirmemi bekliyor. Gncttyslgr kaçar, çevirileri bitirip para kazanır, ödenmesi gerek borçlar var tabi :) Bu arada Lana Del Rey - Young and Beautiful tam eylül akşamı şarkısı, balkonda otururken dinlemelik, kahve yudumlarken eşlik etmelik.Şiddetle tavsiye edilir.

Yazının başındaki tablonun sahibi Michael Lang; başarılı bir ressam kendisi.
















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geliyorum Josephine, yıkanma!

Toplumların temizlik anlayışı tarih boyunca değişmiş. Şimdi yaşanan ise küresel ölçekli bir değişim. Modern yaşamı etkisi altına alan hijyen ideolojisi, getirdiği standartlarla doğal ve insani olanı dışlıyor. Katherine Ashenburg Dirt on Clean adlı kitabında temizlik pratiklerini anlatıyor. Her kültürün kendine, pislik ile aşırı titizlik arasında en mükemmel nokta olarak seçtiği bir temizlik anlayışı var. Modern, orta sınıf Kuzey Amerikalılar için "temiz" kelimesi her gün aksatmadan duş almak ve ardından da parfüm sıkmak anlamına geliyor. Oysa 17. yüzyıl aristokrat Fransız erkeği için temizlik, her gün iç çamaşırını değiştirmek, ellerine su serpmek ve vücudunun geri kalanına su ya da sabun değdirmemek anlamına geliyordu. Birinci yüzyılda Romalılar için iki saat ya da daha uzun süreler vücudu farklı sıcaklıklarda suyla ıslatmak, metal bir aletle vücudun terini ve yağını kazımak demekti. Son olarak da tüm vücut yağlanarak temizlenme işi tamamlanıyordu. Her gün, herkes bir a...

Knorr salata sosu, fesleğenli ve kekikli - Tarifini açıklıyorum :)

Bir yıl öncesine kadar bu sosu çok tüketiyordum. Salataya çok güzel bir tat katıyor. 4 kaşık su ve 4 kaşık yağ ile sosu karıştırıp salataya döküyorsunuz. Nasıl bir sos ise, insanın salatayı yedikçe yiyesi geliyor. Hatta arkadaşımla abartıp mayonez de sıkarak yiyorduk salatayı. Ne günlerdi... Sonra neden kendim yapmıyorum bu sosu dedim ve ambalajın arkasındaki tarifi aldım. Sanırım hevesim kaçtığı için bir gün bile yapmayı denemedim evde. İlk okuduğumda zerdeçalın ne olduğunu bilmiyordum. Kesin asıl tadı veren baharat budur diye düşünüyordum. Henüz denemedim ama zerdeçalla tanıştım. Fikrim değişmedi; bence hâlâ işin püf noktası zerdeçal ( 2011 notu: Lezzetin potastum glutamattan geldiğini anladım. İnternette biraz araştırırsanız, çin tuzu diye de geçen bu kimyasalın, alınan tatları daha yoğun hissettirdiği belirtiliyor. Fakat aksini söyleyen pek çok kurum olmasına rağmen ben sağlıklı oluşu/güvenilirliği konusunda -hele ki mevzu ticari ürünler olunca- şüpheliyim). İşte tarif: Kurutulm...

Heaven Knows, Mr. Allison - Beyaz Rahibe (1957)

Yönetmen: John Huston Oyuncular: Robert Mitchum, Deborah Kerr Süresi: 198 dk. Issız adalar gerek benzersiz egzotik havaları gerekse manzaraları açısından kişinin yalnızlığını en iyi biçimde yansıtmaya uygun görüldüğü için sinemacıların vazgeçilmez mekanlarıdır. Kaç yıldır ‘Lost’u izliyoruz ekranda bir düşünsenize. İstanbul Modern’de gerçekleştirilen ‘Robert Mitchum ve Cool’un Doğuşu’ isimli programın ayrıntılarını okurken aklıma Mitchum’un, böyle cennet gibi bir adada geçen ‘Beyaz Rahibe’ isimli filmi geldi. Beyazperdede ‘Cool’luğun kitabını yazmış olan aktör, bu filmde de Deborah Kerr ile yine aynı pozisyonda takılıyor. John Huston’ın ‘African Queen’ inden esintiler taşıyan film, baştan sona tabiatın içinde geçer. Ve aynı sevimli-likte olmasına karşın pek tanınmayan ama izlenmeye değer bir filmdir. 2. Dünya Savaşı’nda gemisi batırılan Allison, tesadüfen Japonlara ait bir adaya sürüklenir. Eskiden üs olarak kullanılan ada terk edilmiştir. Kendi imkanlarıyla yaşam mücadelesi vermeye ...