Karmakarışık,tutuklu bir rüyadayım.
Uyanabilsem,kendime gelebilsem,
Hayatın anlamsızlığını çözebilsem.
Demiş Sedat Çepe, kimdir, nerelidir bilmiyorum, çok önemi de yok zaten, sadece an itibariyle aynı duyguyu paylaşıyoruz. Gün geçmiyor ki, sabah gözümü açtığımda, yeni günün, yeniden yaşanılıp yaşanılmayacağını sorgulamayım...
Camus bile yaşamaktan yanayken -gerçi çok ironik bir şekilde trafik kazasında ölmüş olsa da- acaba yaşamaya değeceğini fark edecek kadar çok düşünmüyor muyum diye düşünüyorum bazen. Çok düşünmenin ne anlamı var ki, eğer mutlu olacağımı ya da mutlu olduğumu kanıtlamak için düşüneceksem, Virginia da intihar etmeden önce son mektubunda; "Kimse bizim seninle mutlu olduğumuz kadar mutlu olamazdı." demiyor muydu? Onun için mutlu olmak yetmemişti demek ölmeyi istemek için.
Peki ölmeyi istemek için ne gerekirdi, ölmeyi istememek için veyahut. Her sabah uyandığında, uyurken ya da hep aynı düşüncelerle dalıp gidilecekse, her şey anlamını yitirmişse ne anlamı var ki bu telaşın.
Bazen hayattaki bazı rolleri sırf oyunu tamamlamak için oynadığımı hissediyorum. Her şey bir tiyatroymuş gibi. "All the world's a stage, and all the men and women merely players." Sanki Shakespeare her şeyi çözmüş gibi. Her şey aslında hiçbirini oynamak istemediğim rollerden ibaret gibi. Belki biri hariç. O da ne kadar kalıcı olabilir ki. Dünya üzerinde belki de en geçici histir aşk. Nasıl bu kadar güvenebiliyoruz ki, aslında en güvenilmeyecek hisse.
" İstemeden de olsa, bir yerlerde, beni bu hale sokan birinin bana alayla bakıp, katıla katıla güldüğünü hissediyordum. " diyor Tolstoy, kahretsin ki, bazen (nedense) gökyüzüne bakıp hep aynı şeyi hissediyorum. Bazılarının aksine şu anlamsızlık bunalımlarına daha az giren bir kadın olsaydım, her şey çok daha kolay olabilirdi.
‘Hayatımın istinat ettiği boş şeyin içimde kırıldığını; dayanacak, tutunacak bir yerim kalmadığını görüyorum...”
“Şu halde kendini öldür, böyle muhakemeler yapmaktan kurtulmuş olursun. Hayat hoşuna gitmiyor öyle mi? O halde kendini öldür… Mademki, yaşıyorsun ve hayatın manasını anlamıyorsun, o halde ona nihayet ver ve onu anlamadığını söyleyerek, tasvir ederek, hayat meydanında dönüp durma.’
Mutsuzluk, tatminsizlik, absürdlük, amaçsızlık. Sonunda tüm başarıların, sevgilerin, hedeflerin, her şeyin ama her şeyin bir kaç saniye içinde biteceğini bile bile, ve o süre içinde de bir çok şeyin asla seni tatmin edemeyeceği düşüncesiyle bir şeyler için uğraşmak, küçük hesaplar peşinde, küçük adamlarla küçük muhabbetler kurmak.
Gidemezsin ki, ne aileni ne de çevreni bir çırpıda değiştiremezsin ki. Bir şeyler paylaşmayı en çok istediğin insanlar, her fırsatta seni eleştirmek için kapıda beklerken, açığını ararken, ki aslında kendileri de hayatta asla başarılı olamamışken, fakat kendilerini sürekli bir bok zannederken, artık bir şeyler paylaşmaktan vazgeçmeye sürükleniyorum. Kimileri bir şeyler anlatırken de, bazen duyamıyorum, sanki eski bir yeşilçam filmindeymişçesine, bir an da sağır olduğumu, kulağımda gereksiz bir uğultu olduğunu hayal edip, kimseyi duymamak istiyorum.
Sanki çevremdeki bir çok insan, kişileri duymamaya, sadece konuşmaya, kendi fikirlerini! durmaksızın ensesinden yakaladığına empoze etmeye çalışmaya hemfikir olmuşlar. Kimin doğrusu, kimin yanlışı, neyin ahlakı, kimin ahlaksızlığı, her şey birbirine girmiş durumda. Bazen içimde bir ses sürekli olarak "bir siktir git ya" modunda. Herkese ama her şeye bir siktir git ya diyemeyişim beni bu denli sinirlendiren. Eski patavatsızlığımı, açık sözlülüğümü kaybetmiş olmam. Artık doğruyu bile söylemek için halim yok sanki, bir siktirip gidin ya deyip bir yerlerde uyuyakalmak ve yok olmak istiyorum. Sadece yok olmak.
Yorumlar
Yorum Gönder