Ana içeriğe atla

Lazanya Tarifi



Garfiel filmlerinde sürekli bahsi geçerdi de çok merak ederdim lazanyayı. Balık zannederdim, balık ismi gibi: Lazanya.. Sanki uzun, parlak, inci pullu bir balık ismi gibi. Sardalya gibi. Lazanya, sardalya.  Nerden bilirdim kediciğin kıymalı makarna sevdiğini.. Geçenlerde ikeada yedim ve cidden damak tadıma belki de hünkar beğendiden sonra en yakın yemek olduğunu anladım :) Genel olarak, beşamel soslu yemekleri sevdiğim için, Lazanya da artık sık sık yapacağım yemeklerden biri oldu. Siz de denemek istersiniz belki diye tarifimi sunuyorum :)

Her şeyden önce şunu belirteyim ki sonra problem olmasın, tarifim tamamen göz kararıdır, sevdiğim şeyleri daha bol, sevmediklerimi daha az kattım yemeğin içine. Ben tek kişilik yaptığım için malzemeyi az tuttum, siz kişi sayısına göre artırabilirsiniz.

Her şeyden önce marketten gidip Lazanya alıyoruz çünkü evde bulundurduğumuz pek söylenemez Türk halkı olarak :)

Malzemeler;

Yaprak Lazanya, Kıyma, Soğan, Sarımsak, Domates ya da domates sosu, istediğiniz baharatlar. Ben karabiber, çok az fesleğen, çok çok az kimyon, bol miktarda kırmızı biber kullandım. Fesleğen yemeklerin tadını çok değiştiren bir baharat, özellikle tavuk ve mantarla güzel gider, o yüzden kullanmadan önce yemeğinize yakışıp yakışmayacağını düşünerek kullanın, ben bayılıyorum o ayrı :)

Beşamel sos için, 2 kaşık tereyağı, 2 yemek kaşığı un, akışkan kalmasını sağlayacak kadar da süt, ben 2 bardak kullandım. İlk başta gözünüze çok görünebilir, bu sizi yanıltmasın daha sonra koyulaşıyor.. Beşamel sosun içine kaşar peynir, karabiber ve tuz attım.

Yapılışına gelince;

Kıymayı pişiriyoruz çok az yağ koyuyoruz içine, kıyma suyunu bırakıp yarısını çekince, yemeklik doğradığımız soğanları atıyoruz ben bol soğan kullanıyorum yemeklerde çok yararlı olduğunu düşündüğüm için. Sarımsağı minicik minicik doğrayıp ekliyoruz. Soğanlar diriliğini kaybedince domates sosumuzu ya da domateslerimizi ekliyoruz. Tabiki de baharatlarımızı da. Onlar bir kenarda pişerken, bir borcamın içine lazanyaların bir kısmını yerleştiriyoruz.

Bu arada beşamel sosumuzu hazırlıyoruz; tereyağını eritip, unu ekliyoruz, rengi koyulaşmaya ve hoş bir koku vermeye başlayınca, önemli olan unun o hoş kokuyu vermesi yoksa beşamel sosta lezzetli olmuyor, sütümüzü yavaş yavaş karıştırarak ilave ediyoruz. Beşamel sos yapmak aslında kolay gibi görünse de bence zor, akışkanlığı yakalamak açısından. Koyulaşmaya, başladıktan sonra kaynar bir haldeyken lazanyaların üstüne gezdiriyoruz bu şekilde lazanyalarımız da yumuşamaya başlıyor onun sıcağıyla. Lazanyanın üstüne bir kat beşamel sos gezdiriyoruz, sonra kıymalı sosun bir kısmını ekliyoruz. Üzerine tekrar lazanya, kıymalı sos, ve beşamel sosu tamamen üstüne kapatacak şekilde ekleyince fırına veriyoruz.

180 derecede yaklaşık 15 dk pişiriyoruz, bu şekilde beşamel sosumuz da kızarmış oluyor.

Yemeği yerken aslında lazanyanın bir çok farklı şekilde yapılabileceğini düşündüm, mesela lazanyanın arasına yine beşamel sos, tavuk ve mantar koyulabilir.Bol fesleğenle müthiş olur. Aynı şekilde sebzeli, vegeteryan lazanya yapılabilir, havuç, bezelye, patates minik minik doğranıp haşlandıktan sonra yine beşamel sosla çok lezzetli olur diye düşünüyorum. Hatta bol ıspanaklı ve kıymalı lazanya da yapılabilir. :)

The sky is the limit :) Afiyet olsun :)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geliyorum Josephine, yıkanma!

Toplumların temizlik anlayışı tarih boyunca değişmiş. Şimdi yaşanan ise küresel ölçekli bir değişim. Modern yaşamı etkisi altına alan hijyen ideolojisi, getirdiği standartlarla doğal ve insani olanı dışlıyor. Katherine Ashenburg Dirt on Clean adlı kitabında temizlik pratiklerini anlatıyor. Her kültürün kendine, pislik ile aşırı titizlik arasında en mükemmel nokta olarak seçtiği bir temizlik anlayışı var. Modern, orta sınıf Kuzey Amerikalılar için "temiz" kelimesi her gün aksatmadan duş almak ve ardından da parfüm sıkmak anlamına geliyor. Oysa 17. yüzyıl aristokrat Fransız erkeği için temizlik, her gün iç çamaşırını değiştirmek, ellerine su serpmek ve vücudunun geri kalanına su ya da sabun değdirmemek anlamına geliyordu. Birinci yüzyılda Romalılar için iki saat ya da daha uzun süreler vücudu farklı sıcaklıklarda suyla ıslatmak, metal bir aletle vücudun terini ve yağını kazımak demekti. Son olarak da tüm vücut yağlanarak temizlenme işi tamamlanıyordu. Her gün, herkes bir a

Knorr salata sosu, fesleğenli ve kekikli - Tarifini açıklıyorum :)

Bir yıl öncesine kadar bu sosu çok tüketiyordum. Salataya çok güzel bir tat katıyor. 4 kaşık su ve 4 kaşık yağ ile sosu karıştırıp salataya döküyorsunuz. Nasıl bir sos ise, insanın salatayı yedikçe yiyesi geliyor. Hatta arkadaşımla abartıp mayonez de sıkarak yiyorduk salatayı. Ne günlerdi... Sonra neden kendim yapmıyorum bu sosu dedim ve ambalajın arkasındaki tarifi aldım. Sanırım hevesim kaçtığı için bir gün bile yapmayı denemedim evde. İlk okuduğumda zerdeçalın ne olduğunu bilmiyordum. Kesin asıl tadı veren baharat budur diye düşünüyordum. Henüz denemedim ama zerdeçalla tanıştım. Fikrim değişmedi; bence hâlâ işin püf noktası zerdeçal ( 2011 notu: Lezzetin potastum glutamattan geldiğini anladım. İnternette biraz araştırırsanız, çin tuzu diye de geçen bu kimyasalın, alınan tatları daha yoğun hissettirdiği belirtiliyor. Fakat aksini söyleyen pek çok kurum olmasına rağmen ben sağlıklı oluşu/güvenilirliği konusunda -hele ki mevzu ticari ürünler olunca- şüpheliyim). İşte tarif: Kurutulm

Heaven Knows, Mr. Allison - Beyaz Rahibe (1957)

Yönetmen: John Huston Oyuncular: Robert Mitchum, Deborah Kerr Süresi: 198 dk. Issız adalar gerek benzersiz egzotik havaları gerekse manzaraları açısından kişinin yalnızlığını en iyi biçimde yansıtmaya uygun görüldüğü için sinemacıların vazgeçilmez mekanlarıdır. Kaç yıldır ‘Lost’u izliyoruz ekranda bir düşünsenize. İstanbul Modern’de gerçekleştirilen ‘Robert Mitchum ve Cool’un Doğuşu’ isimli programın ayrıntılarını okurken aklıma Mitchum’un, böyle cennet gibi bir adada geçen ‘Beyaz Rahibe’ isimli filmi geldi. Beyazperdede ‘Cool’luğun kitabını yazmış olan aktör, bu filmde de Deborah Kerr ile yine aynı pozisyonda takılıyor. John Huston’ın ‘African Queen’ inden esintiler taşıyan film, baştan sona tabiatın içinde geçer. Ve aynı sevimli-likte olmasına karşın pek tanınmayan ama izlenmeye değer bir filmdir. 2. Dünya Savaşı’nda gemisi batırılan Allison, tesadüfen Japonlara ait bir adaya sürüklenir. Eskiden üs olarak kullanılan ada terk edilmiştir. Kendi imkanlarıyla yaşam mücadelesi vermeye