Ana içeriğe atla

Elimizden geleni yapıyoruz ki !



" If I'd move my body as often as I obsess about my body, I'd have the body I obsess about.. "

Geçenlerde okuduğum çok anlamlı, bir o kadar da acı söz. Bittersweet kıvamında. Anlamı; " Eğer vücudumu, vücudum hakkında şikayet ettiğim kadar hareket ettirmiş olsaydım, çoktan rüyalarımdaki vücuda kavuşacaktım." 

Her ne kadar hakikati bir cümleyle aktarabilsekte, cümleyi uygulamak o kadar kolay bir şey değil ne yazık ki.. Elimizden geleni yapıyoruz sonuçta..

Evet ben, ortalamanın belki biraz üstünde bir Türk kadını olarak, geniş kalçalara ve ayva göbeğine sahibim.. Ve yine ben ki, ortalama bir Türk kadını olarak, üniversiteye gelene kadar güzel bir fiziğe sahip olsam da, üniversite sıralarında Burger Kingin de katkılarıyla güzel vücuduma elveda demiş, popoma ve göbeğime biriken yağlara ev sahipliği yapmaya başlamıştım.  55 kilo ile başladığım üniversite hayatının daha yarısında 76 kiloya ulaşmış kilo aldıkça da sıkıntılara girmiş, tipik kadın triplerine girerek, kilolarımla barışık olmasam da, onlarla yaşamaya devam etmiştim. Ta ki artık XL bedene çıkıp, hiç bir kıyafetimin içine giremeyene kadar.. O gazla 10 kilo verdim evet.. 1 sene içinde yaklaşık 10 kilo.. Tabiki bu 10 kilo da benim zayıf olmamı sağlayamadı.. Fakat elimden geleni yaptım. O da bir şey.

Peki neydi bu zayıf olmak? Neden zayıf olmaktı amaç? Şu sürekli bize dayatılan güzel kadın modeli miydi ölçümüz?  "Bu yaz bir denizkızı mı yoksa balina mı olmak istiyorsunuz?" diyordu spor salonunun reklamında. Ben balina olmak isterdim eğer soru cidden buysa.. Çünkü balinalar güzeldir,akıllıdır, büyüktür,güçlüdür, doğurgandır, sosyaldir..Aktif bir cinsel hayatları vardır. Okyanusun belki de en sosyal canlısıdır balinalar. Kıtalar arası yolculuk yaparlar. Dünyanın en büyük hayvanıdır mavi balina. Peki ya denizkızı? Yaşamıyor bile. 

Evet bir yandan, karşıyım yahu bu dayatmalara! "Güzel kadın, 90-60-90 kadın, yemeğin salçalısı kadının kalçalısı, ince belli kadın, iri dolgun göğüslü kadın, kadın dediğin... " Nedir insanların bu kadınlarla alıp veremediği! Bırakın şu kadınları bir kalıba sokmayı artık.. Daha çorabını bile kirli sepetine atmayı öğrenemeyen erkeklerden "kadın" betimlemeleri duymak çok aşağılayıcı. Bütün reklamlarda zayıf, mükemmel vücudu olan kadınları görmekte öyle..

Fakat bir yandan.. evet, fazla kilolar gerçekten başbelası, eğer öyle olduğuna inanıyorsanız tabi.. Şahsen 5 kilo fazlam olmasına rağmen mutsuzum, fakat 20 kilo fazlası olmasına rağmen mutlu kadınlar da yok değil.

Sonuçta o ya da bu şekilde konu geliyor yine zayıflamaya, evet o reklamlarda oynayan kadınların hepsi çok güzel, peki biz neden güzel olmayalım, neden kilo vermeyelim, neden spor yapmayalım, neden yeşil çay içmeyelim.. 

Bazen diyorum ki, büyük popomu kabul eden bir sevgilim olsaydı daha mı kolay olur hayat?


Tam dışarı çıkmak üzereyken, pantolonu çekip, fermuarı kapatıp, aynanın karşısına geçip, boynunu geriye çevirdiğinde yine aynı cümle dökülünce dudaklarından..

 " off aşkımm popom çok mu büyük ?" 
 " Tatlım tabiki de popon büyük değil, aksine çok tatlı.." 

diyen biri olsaydı daha mı kolay olurdu acaba ?

Olmazdı tabiki de.. Popo orda duracaktı çünkü, gitmeyecekti ki hiç bir yere.. 

Aslında bana hayat felsefen ne diye sorsalar, her günü son günüm gibi yaşamak diyebilmek isterdim, fakat sanırım şöyle bir şey olurdu;


Çünkü bu kötü değil, yemek yapmayı sevmek, yemek yemeyi sevmek kötü değil.. Her insanın zaafları var.. Benimki de mantarlı, tavuklu, bol soslu, fesleğenli krep. Elimde değil ben yemek yemeyi seviyorum, hamburgeri seviyorum. Emrenin Fransadan gönderdiği hamburger sosunu köftenin üzerine sürüp hamburger ekmeğini kapatmayı seviyorum. Ekmeği seviyorum, kilo yapan her şeyi seviyorum. Ve evet ben yaşadığım sürece bunları yemeye devam edeceğim hemde sık sık, bol bol. Bazen diyorum ki acaba; 



Kendimi değiştirmeye çalışırken harcadığım eforu, kendimi olduğum şekilde kabul etmeye çalışmak için harcasaydım, daha mı mutlu olurdum? Belki de böyle olması gerekiyordur, belki zayıflamaya çalışmak yerine sadece hayatın tadını çıkarmam gerekiyordur.. 

Kafamda böyle düşüncelerle, yeşil çayımı yudumlamaya devam ediyorum..

Bu yazın diğer yazlar gibi kendimden nefret ederek geçmemesi için, hayatımda radikal değişiklikler gerçekleşmesi gerektiğinin farkındayım. Bunu kabul ediyorum. Fakat çıkamıyorum dışarı koşayım yürüyeyim.. Mahallenin köpeklerini fazla şımartmışım, ben dışarı çıkar çıkmaz buluyorlar beni ve tepemden ayrılmıyorlar.. Yarın akşam suyla uzaklaştırmaya çalışmayı planlıyorum her ne kadar içim el vermese de.. 

Evet tarih an itibariyle 06.01.2014. Kilo 67. Her ay 2 kilo vermek üzere hedefim 58 kilo. Belki işi resmiyete dökersem, kamuoyuna açarsam daha gerçekçi olur diye düşündüm. Yoksa çok meraklı olduğum söylenemez kilo problemlerimi herkesle paylaşmaya. Artık bu ne kadar inandırıcı oldu bilemiyorum, nedense beni tanıyan herkes bilir kilo vermeye çalıştığımı. 

Kadın olmak zor iş. Elimizden geleni yapıyoruz.




Yorumlar

  1. Yalnız olmadığımı fark ettiğim ve duygularıma tercüman olan bir yazı. Teşekkürler

    Emrecim sana da saygılar. =)

    YanıtlaSil
  2. Yalnız değilsin asla olmayacaksın da :p eminim milyonlarca kadın aynı problemi yaşıyordur, kadın olmanın gereği bu, durmadan drama :p we are the drama queens :D

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geliyorum Josephine, yıkanma!

Toplumların temizlik anlayışı tarih boyunca değişmiş. Şimdi yaşanan ise küresel ölçekli bir değişim. Modern yaşamı etkisi altına alan hijyen ideolojisi, getirdiği standartlarla doğal ve insani olanı dışlıyor. Katherine Ashenburg Dirt on Clean adlı kitabında temizlik pratiklerini anlatıyor. Her kültürün kendine, pislik ile aşırı titizlik arasında en mükemmel nokta olarak seçtiği bir temizlik anlayışı var. Modern, orta sınıf Kuzey Amerikalılar için "temiz" kelimesi her gün aksatmadan duş almak ve ardından da parfüm sıkmak anlamına geliyor. Oysa 17. yüzyıl aristokrat Fransız erkeği için temizlik, her gün iç çamaşırını değiştirmek, ellerine su serpmek ve vücudunun geri kalanına su ya da sabun değdirmemek anlamına geliyordu. Birinci yüzyılda Romalılar için iki saat ya da daha uzun süreler vücudu farklı sıcaklıklarda suyla ıslatmak, metal bir aletle vücudun terini ve yağını kazımak demekti. Son olarak da tüm vücut yağlanarak temizlenme işi tamamlanıyordu. Her gün, herkes bir a

Knorr salata sosu, fesleğenli ve kekikli - Tarifini açıklıyorum :)

Bir yıl öncesine kadar bu sosu çok tüketiyordum. Salataya çok güzel bir tat katıyor. 4 kaşık su ve 4 kaşık yağ ile sosu karıştırıp salataya döküyorsunuz. Nasıl bir sos ise, insanın salatayı yedikçe yiyesi geliyor. Hatta arkadaşımla abartıp mayonez de sıkarak yiyorduk salatayı. Ne günlerdi... Sonra neden kendim yapmıyorum bu sosu dedim ve ambalajın arkasındaki tarifi aldım. Sanırım hevesim kaçtığı için bir gün bile yapmayı denemedim evde. İlk okuduğumda zerdeçalın ne olduğunu bilmiyordum. Kesin asıl tadı veren baharat budur diye düşünüyordum. Henüz denemedim ama zerdeçalla tanıştım. Fikrim değişmedi; bence hâlâ işin püf noktası zerdeçal ( 2011 notu: Lezzetin potastum glutamattan geldiğini anladım. İnternette biraz araştırırsanız, çin tuzu diye de geçen bu kimyasalın, alınan tatları daha yoğun hissettirdiği belirtiliyor. Fakat aksini söyleyen pek çok kurum olmasına rağmen ben sağlıklı oluşu/güvenilirliği konusunda -hele ki mevzu ticari ürünler olunca- şüpheliyim). İşte tarif: Kurutulm

Heaven Knows, Mr. Allison - Beyaz Rahibe (1957)

Yönetmen: John Huston Oyuncular: Robert Mitchum, Deborah Kerr Süresi: 198 dk. Issız adalar gerek benzersiz egzotik havaları gerekse manzaraları açısından kişinin yalnızlığını en iyi biçimde yansıtmaya uygun görüldüğü için sinemacıların vazgeçilmez mekanlarıdır. Kaç yıldır ‘Lost’u izliyoruz ekranda bir düşünsenize. İstanbul Modern’de gerçekleştirilen ‘Robert Mitchum ve Cool’un Doğuşu’ isimli programın ayrıntılarını okurken aklıma Mitchum’un, böyle cennet gibi bir adada geçen ‘Beyaz Rahibe’ isimli filmi geldi. Beyazperdede ‘Cool’luğun kitabını yazmış olan aktör, bu filmde de Deborah Kerr ile yine aynı pozisyonda takılıyor. John Huston’ın ‘African Queen’ inden esintiler taşıyan film, baştan sona tabiatın içinde geçer. Ve aynı sevimli-likte olmasına karşın pek tanınmayan ama izlenmeye değer bir filmdir. 2. Dünya Savaşı’nda gemisi batırılan Allison, tesadüfen Japonlara ait bir adaya sürüklenir. Eskiden üs olarak kullanılan ada terk edilmiştir. Kendi imkanlarıyla yaşam mücadelesi vermeye