Saat 02.42, Ağustos'un 8'i. Her gece olduğu gibi, kirpiklerimin arasına yerleşmesi için uyku perilerini bekliyordum. Bir türlü karşılaşamadığım, ama her gece tanışmayı beklediğim peri yine gelmemişti. Uyku perisi diyorum, çünkü uyku ile tanışamadım. Tanışsaydım eğer, küçük bir kız çocuğu iken hiç sevmediğim-sevemediğim ama şu sıralar bana sevimli gelen,hatta kendimi minnacık hissettirmeyi başaran masal kahramanlarına sığınmazdım.
Bir anda büyüdüm ve silkindim, hemen teknolojinin kollarına attım kendimi. Önce kanalları taradım, sonra terasa çıkıp bilgisayara sarıldım. Bilgisayarın şarjı bitmişti, ayaklarımı sürükleyerek mutfağa girdim, ışık açmadım. El kol yordamı ile bulduğum şarjı koşar adım terasa getirip bilgisayara bağladım. Sırada en zor şey vardı; fişi prize yerleştirmek. Uzun uzun prize baktım, sonra anneme söylendim - ne vardı da çıkardın şu fişi...
Yapılabilecek hiçbir şey yoktu. Ya o fiş prize girecek, ya da yok. Bir an gözümü kapadım ve tek bir hamle ile fişi prize taktım. Evet şimdi hazırdım. Önceden koyduğum soğuk sütümden bir yudum aldım ve bilgisayarın güç düğmesine bastım. Şifremi girdim,ekran önümde. Hızlıca karışık masaüstünü taradım, evet işte oradaydı; üvercinka. Tek bir tıkla, tüm kara parçaları içime doldu. Sonra bir mesaj gördüm. Yaralarını gizleyen; hatta kendini ele vermemek için yer yer kendini geri plana atmış, bir yabansı başlangıca kucak açan çizgilerle karşılaştım. Şaşkındım, şaşkınlığım üzerime yürüyen imgeleri görmemek için gözümü kapatma çabamın sonuç vermemesiydi. Sonra gözlerimi diktim ona. Tartışmaya başladık.
Anlamaya çalışıyorduk birbirimizi, fakat anlayamıyorduk. Aramızda nedensiz bir gerginlik olmuştu. Bana kalırsa bu gerginlik, o gözlere takılan şeyi görmeye hazır olmamamdan kaynaklıydı galiba. Onun gerginliği ise, önce onu görmezden gelişim; sonra dikkatle inceleyip pervasızca merhaba deyişimdi.
İçimden tekrarlıyordum. Bir şey gizliyor, gizliyor, gizliyor... İçimden tekrarlamaya devam ederken bir anda boynu bükük ve sözleri iğneli olan silüet her şeyi ele verdi. O sırada tam da bir şey yitiriyordu, dikkatlice baktım. Yitimi yaşarken, gizleyemiyordu kendisini. Hoyrat bir silüetti, sözleri ise iğneydi. Sözleri ne kadar sert olursa olsun, gözlerine takılan ufacık anlar kendini gizleyememesinin sebebi olmalıydı... O ufacık anlarda ki gizli çizgilere sorsaydım herhalde -anlatmaya başlayacaklar ve ben o'raya sığınacaktım, belki de sığamayacaktım.
(e'ye teşekkürler)
s.y
Yorumlar
Yorum Gönder