Ana içeriğe atla

mavi


   Bir sigara yakıp tabureye oturdum. Çalışma odam iki adımlıktı. Bir masa ki tüm odayı kaplıyordu, üzerinde mavinin tüm tonları ve büyüklü küçüklü fırçalarla doluydu. Yerlerde sayısını bilemediğim kadar desen vardı, üzerine sıçramış mavilikler ve kırmızılıklar ayrı bir hava katmıştı desenlere.  Gözlerim desenlerde gezinirken, bir anda durdum; uzun zamandır tanıdığım,özlediğim,uykularımı kaçıran gözlerle karşılaştım. Gözleri maviydi,vücudu maviydi,elleri maviydi;yattığı yatak mavi,yastık mavi,duvar maviydi,tüm oda maviydi. O sırada elimi birşey ısırır gibi oldu,gözlerimi ellerime çevirdim.Yaktığım sigara bitmiş ve sonundaki kor parmaklarımın arasına yerleşmeye başlamıştı.İstemsiz şekilde bıraktım izmariti , desenler yanmasın diye düşünmeden çıplak ayağımı bastım izmarite.Ayağım yanmış olmalıydı,fakat hissetmiyordum.Ayağımı bastırdıkça bastırıyor,ben bastırdıkça ayağım izmariti daha da fazla eziyordu. Tekrardan mavili odaya döndüm, girdim odaya.Duvarda mavi ve kasvetli Baudelaire portresi vardı.Belli ki sözcüklerle oynayan biriydi bu odada kalan. Sözcüklerini maviye boyamış birisiydi yatakta  uzanan kişi. Mavinin tonları rahatsız edecek kadar fazla ve yoğundu. Adeta çıldıracaktım.
   Çıktım odadan, duvarda yeni boyamaya başladığım tuvale yöneldim.Tuvalin karşısına geçtim; tuvalin tam da ortasında koskocaman bir mavi vardı ,kenarlarını çeperleyen kırmızılarla olan münakaşası ilk bakışta göze çarpıyordu.Mavinin içine girdim, orta yerinde  durdum. Elimdeki fırçada kenarına biraz kırmızı bulaşmış koyu bir mavi vardı. Tuttum sürdüm tuvale, sonra bir hışımla elimdeki bezi tuvale götürüp boyadığım  maviyi sildim. Sırtımı döndüm tuvale,masaya baktım. Kullanmak üzere yere attığım poşeti elime aldım ve tüm mavileri koydum içine, geriye bir iki kırmızı kaldı. Açtım pencereyi , elimde tuttuğum poşeti  fırlattım sokağa. Sokak mavi oldu. Kapadım pencereyi,çektim perdeyi, tekrardan oturdum tabureye. Bu sefer yerdeki desenlerde değildi gözlerim, duvarda asılı tuvale baktım. Tuvale bakarken bir sigara yaktım, elimdeki sigarayı dudaklarıma götürürken dumanından çıkan mavi gözlerime kaçtı. Ağlamaya başladım, maviydi.
  Çalışma odasının kapısını açarak üst kata koştum, üst kat kırmızıydı.Kırmızıydı koltuk,perde,kitaplık,fanustaki balık,yerdeki minderler,masadaki çiçekler... Ve kırmızıya uysun diye , üzerinde kırmızı çiçekler olan siyah bir masa. Maviye yer yoktu bu odada, tüm maviler; sokakta,kapalı odada,önceden çizilmiş; duvarında Baudelaire portresi olan odadaydı.Bir de masada el yazısı ile yazılmış kağıt parçasında ''ve bir mavi şarap gözlerindeki ,musiki gölgelerinde yorgun * ''
    *Ahmed Arif ''isimsiz'' şiirinden.
                                                                                          s.y

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geliyorum Josephine, yıkanma!

Toplumların temizlik anlayışı tarih boyunca değişmiş. Şimdi yaşanan ise küresel ölçekli bir değişim. Modern yaşamı etkisi altına alan hijyen ideolojisi, getirdiği standartlarla doğal ve insani olanı dışlıyor. Katherine Ashenburg Dirt on Clean adlı kitabında temizlik pratiklerini anlatıyor. Her kültürün kendine, pislik ile aşırı titizlik arasında en mükemmel nokta olarak seçtiği bir temizlik anlayışı var. Modern, orta sınıf Kuzey Amerikalılar için "temiz" kelimesi her gün aksatmadan duş almak ve ardından da parfüm sıkmak anlamına geliyor. Oysa 17. yüzyıl aristokrat Fransız erkeği için temizlik, her gün iç çamaşırını değiştirmek, ellerine su serpmek ve vücudunun geri kalanına su ya da sabun değdirmemek anlamına geliyordu. Birinci yüzyılda Romalılar için iki saat ya da daha uzun süreler vücudu farklı sıcaklıklarda suyla ıslatmak, metal bir aletle vücudun terini ve yağını kazımak demekti. Son olarak da tüm vücut yağlanarak temizlenme işi tamamlanıyordu. Her gün, herkes bir a

Knorr salata sosu, fesleğenli ve kekikli - Tarifini açıklıyorum :)

Bir yıl öncesine kadar bu sosu çok tüketiyordum. Salataya çok güzel bir tat katıyor. 4 kaşık su ve 4 kaşık yağ ile sosu karıştırıp salataya döküyorsunuz. Nasıl bir sos ise, insanın salatayı yedikçe yiyesi geliyor. Hatta arkadaşımla abartıp mayonez de sıkarak yiyorduk salatayı. Ne günlerdi... Sonra neden kendim yapmıyorum bu sosu dedim ve ambalajın arkasındaki tarifi aldım. Sanırım hevesim kaçtığı için bir gün bile yapmayı denemedim evde. İlk okuduğumda zerdeçalın ne olduğunu bilmiyordum. Kesin asıl tadı veren baharat budur diye düşünüyordum. Henüz denemedim ama zerdeçalla tanıştım. Fikrim değişmedi; bence hâlâ işin püf noktası zerdeçal ( 2011 notu: Lezzetin potastum glutamattan geldiğini anladım. İnternette biraz araştırırsanız, çin tuzu diye de geçen bu kimyasalın, alınan tatları daha yoğun hissettirdiği belirtiliyor. Fakat aksini söyleyen pek çok kurum olmasına rağmen ben sağlıklı oluşu/güvenilirliği konusunda -hele ki mevzu ticari ürünler olunca- şüpheliyim). İşte tarif: Kurutulm

Heaven Knows, Mr. Allison - Beyaz Rahibe (1957)

Yönetmen: John Huston Oyuncular: Robert Mitchum, Deborah Kerr Süresi: 198 dk. Issız adalar gerek benzersiz egzotik havaları gerekse manzaraları açısından kişinin yalnızlığını en iyi biçimde yansıtmaya uygun görüldüğü için sinemacıların vazgeçilmez mekanlarıdır. Kaç yıldır ‘Lost’u izliyoruz ekranda bir düşünsenize. İstanbul Modern’de gerçekleştirilen ‘Robert Mitchum ve Cool’un Doğuşu’ isimli programın ayrıntılarını okurken aklıma Mitchum’un, böyle cennet gibi bir adada geçen ‘Beyaz Rahibe’ isimli filmi geldi. Beyazperdede ‘Cool’luğun kitabını yazmış olan aktör, bu filmde de Deborah Kerr ile yine aynı pozisyonda takılıyor. John Huston’ın ‘African Queen’ inden esintiler taşıyan film, baştan sona tabiatın içinde geçer. Ve aynı sevimli-likte olmasına karşın pek tanınmayan ama izlenmeye değer bir filmdir. 2. Dünya Savaşı’nda gemisi batırılan Allison, tesadüfen Japonlara ait bir adaya sürüklenir. Eskiden üs olarak kullanılan ada terk edilmiştir. Kendi imkanlarıyla yaşam mücadelesi vermeye