Ana içeriğe atla

Sabahattin Ali üzerine



Genel olarak çok kitap okunmayan yazık ülkemizde, -çok kitap okumuş, okuyan, doğal olarak bu konuda kendine güveni az da olsa gelişmiş bir okuyucu olarak- kitap okuyan ya da okumaya çalışan kimseleri hep gözlemlemişimdir; diyebilirim ki, bu kimselerin bazıları çok kitap okumayan kimselerdir, bundan dolayı ne zaman bir kitap okusalar çok etkilenirler- bazen etkilenmiş gibi yaparlar-  kitabı herkese anlatma ihtiyacı, sürekli ondan konuşma isteği duyarlar,vardır böyleleri, illa ki görmüşsünüzdür, (umarım ilerleyen yıllarda bu gibi kimselerle pek karşılaşmazsınız) neyse, konu o kimseler değil, o kimselerden birinin bana geçmiş yıllarda Sabahattin Alinin,Kürk Mantolu Madonna hikayesini önermiş olmasıdır, kitabı günlerce anlat anlat bitirememiş olması, ve sonunda bana -Türk yazarları çok sevmeyen, önyargılı bana- gidip kitapçıdan Kürk Mantolu Madonnayı aldırmış olmasıdır. Kitabı bir gecede bitiren ben, önyarılarından tamamen arınmış bir şekilde günlerce kitabın etkisinde gezmiştim. Altnı çizdiğim bi kaç cümleyi paylaşıyorum.

" Ne olur? Anlaşamayacağımızı anlarsak veda eder ayrılırız.Bu o kadar mühim bir felaket mi? Hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musunuz? Bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. İnsanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar; ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden her şeyi bırakıp kaçarlar."  

Yukarıdaki alıntının sahibi esas kadına cevaben esas adam;

" Ben ise bütün hayatım boyunca insanlardan uzak kaldığım ve onlar tarafından pek rahatsız edilmediğim için kimseye kızdığım yoktu. Beni kemiren sadece büyük bir yalnızlık hissiydi ve gene bu yalnızlığın tesiriyle, bana yakın olduğunu anladığım bir insana karşı birçok noktalarda kendimi aldatmaya hazırdım." 

Ve en sevdiğim alıntılardan biri;

" Kendimi bildim bileli bütün günlerimi, haberim olmadan ve nefsime itiraf etmeden, bir insanı aramakla geçirmiş, ve bu yüzden bütün diğer insanlardan kaçmıştım."

Bir diğeri ve sonuncusu;

" Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş,gene bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra ben dünyada ancak kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim."

Spoiler vermeye başlamadan önce alıntılarımı kesiyorum. Kürk Mantolu Madonnada Sabahattin Ali Rus bir yazar havası veriyor sanki, " yok canım " diyor insan, " böyle bir konu Türk bir yazardan çıkmaz... " Dün okumaya başladığım "Yeni Dünya" ise Anadolunun bağrından kopup gelmiş bir kitap, Konyadan, Sivastan gerçek Anadoluyu anlatan hikayelerle karşılaşıyorsunuz, fakat hikaye demek ne kadar doğru bilmiyorum, Konyanın ayazında kızını kaybeden annenin öyküsü, hikayeden çok daha öte, gerçekti. Gözyaşlarını tutamama problemi olan ben, hıçkırıklara boğularak okuya-madım-bildim hikayeyi. Bir kaç gün önce bitirdiğim " İçimizdeki Şeytan " tıpkı diğer romanları gibi bir kerede biten kitaplardan, bu tür kitapları öyle bir haftada okuyabilmek mümkün değil, o kadar bağlıyor ki kendine, onu okuduğum günler içerisinde ben Okmeydanında değil, Eminönünde hikayenin geçtiği sokaklarda yaşadım diyebilirim. 

Neyse, çok uzatıp canınızı sıkmayı düşünmüyorum, okuyun işte, adam yazmış. Sabahattin Ali okunası, gerçi kime göre, neye göre okunası değil mi? Sizde haklısınız ama olsun okumak güzeldir,iyidir, hoştur :) Böyle hemen hemen eşanlamlı kelimeleri yan yana getirince aklıma geldi, bir iftar sofrasında denk geldi Samanyolu tv iftar programı.. Dualar şu şekilde ilerliyordu; 

" Yüce rabbim tüm kardeşlerimizi, müslüman kardeşlerimizi, din kardeşlerimizi; zalimlerden, kötülerden, canilerden, din düşmanlarından, kuran düşmanlarından, islam düşmanlarından korusun... " Ramazan ayı boyunca aynı duaları söylemekten bıkmış, usanmış, yorulmuş bir amca, ve gözleri yaşlı bu bol eşanlamlı duaya el açıp amin diyen teyzeler.. 

Böyle işte.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geliyorum Josephine, yıkanma!

Toplumların temizlik anlayışı tarih boyunca değişmiş. Şimdi yaşanan ise küresel ölçekli bir değişim. Modern yaşamı etkisi altına alan hijyen ideolojisi, getirdiği standartlarla doğal ve insani olanı dışlıyor. Katherine Ashenburg Dirt on Clean adlı kitabında temizlik pratiklerini anlatıyor. Her kültürün kendine, pislik ile aşırı titizlik arasında en mükemmel nokta olarak seçtiği bir temizlik anlayışı var. Modern, orta sınıf Kuzey Amerikalılar için "temiz" kelimesi her gün aksatmadan duş almak ve ardından da parfüm sıkmak anlamına geliyor. Oysa 17. yüzyıl aristokrat Fransız erkeği için temizlik, her gün iç çamaşırını değiştirmek, ellerine su serpmek ve vücudunun geri kalanına su ya da sabun değdirmemek anlamına geliyordu. Birinci yüzyılda Romalılar için iki saat ya da daha uzun süreler vücudu farklı sıcaklıklarda suyla ıslatmak, metal bir aletle vücudun terini ve yağını kazımak demekti. Son olarak da tüm vücut yağlanarak temizlenme işi tamamlanıyordu. Her gün, herkes bir a

Knorr salata sosu, fesleğenli ve kekikli - Tarifini açıklıyorum :)

Bir yıl öncesine kadar bu sosu çok tüketiyordum. Salataya çok güzel bir tat katıyor. 4 kaşık su ve 4 kaşık yağ ile sosu karıştırıp salataya döküyorsunuz. Nasıl bir sos ise, insanın salatayı yedikçe yiyesi geliyor. Hatta arkadaşımla abartıp mayonez de sıkarak yiyorduk salatayı. Ne günlerdi... Sonra neden kendim yapmıyorum bu sosu dedim ve ambalajın arkasındaki tarifi aldım. Sanırım hevesim kaçtığı için bir gün bile yapmayı denemedim evde. İlk okuduğumda zerdeçalın ne olduğunu bilmiyordum. Kesin asıl tadı veren baharat budur diye düşünüyordum. Henüz denemedim ama zerdeçalla tanıştım. Fikrim değişmedi; bence hâlâ işin püf noktası zerdeçal ( 2011 notu: Lezzetin potastum glutamattan geldiğini anladım. İnternette biraz araştırırsanız, çin tuzu diye de geçen bu kimyasalın, alınan tatları daha yoğun hissettirdiği belirtiliyor. Fakat aksini söyleyen pek çok kurum olmasına rağmen ben sağlıklı oluşu/güvenilirliği konusunda -hele ki mevzu ticari ürünler olunca- şüpheliyim). İşte tarif: Kurutulm

Heaven Knows, Mr. Allison - Beyaz Rahibe (1957)

Yönetmen: John Huston Oyuncular: Robert Mitchum, Deborah Kerr Süresi: 198 dk. Issız adalar gerek benzersiz egzotik havaları gerekse manzaraları açısından kişinin yalnızlığını en iyi biçimde yansıtmaya uygun görüldüğü için sinemacıların vazgeçilmez mekanlarıdır. Kaç yıldır ‘Lost’u izliyoruz ekranda bir düşünsenize. İstanbul Modern’de gerçekleştirilen ‘Robert Mitchum ve Cool’un Doğuşu’ isimli programın ayrıntılarını okurken aklıma Mitchum’un, böyle cennet gibi bir adada geçen ‘Beyaz Rahibe’ isimli filmi geldi. Beyazperdede ‘Cool’luğun kitabını yazmış olan aktör, bu filmde de Deborah Kerr ile yine aynı pozisyonda takılıyor. John Huston’ın ‘African Queen’ inden esintiler taşıyan film, baştan sona tabiatın içinde geçer. Ve aynı sevimli-likte olmasına karşın pek tanınmayan ama izlenmeye değer bir filmdir. 2. Dünya Savaşı’nda gemisi batırılan Allison, tesadüfen Japonlara ait bir adaya sürüklenir. Eskiden üs olarak kullanılan ada terk edilmiştir. Kendi imkanlarıyla yaşam mücadelesi vermeye