Ana içeriğe atla

O'na De Ki.


Bir şemsiyenin altında yürümüştük seninle yağarken yağmur. Kirpiklerimize kadar ıslatan yağmur gözlerimizdeki aşka ulaşamamıştı. Biz seninle yetiştiğimiz son vapurda denizi aşka boğmuştuk gözlerimizle. Ve deniz aşkımızla sonsuz olup yayılmıştı dünya ya. Artık denizin ulaştığı her yer aşk, denizin ulaşabildiği her yer gözlerindi. Ve ben şimdi ne zaman bir deniz kenarından geçsem gözlerini yeşili dalga olup vuruyor gönlüme.

İstanbul, sahil şehri, deniz şehri gönlümün. Gözümün görebildiğine sen, yüreğimin sevebildiğine sevgi.

İstanbul her tarafı sen gözümde, attığım her adımda bir kez daha seviyorum seni. İstanbul duyur sesimi ona de ki. “çok özlemiş seni, dön geri”.

Vakitlerden bir ağustos ayı. Zamanlardan onbeşi bugün.

Bugün denizi göremedim gözlerimde dalgalar hafiflemiş, rüzgar sesini götürmüştü yüreğimden. Duymaya çalıştıkça uzaklaştı sesin ve ilk sesini kaybetti aşkım. Oysa ne çok severdim sesini, adımı anınca dudakların sesin yankı olurdu, yüreğime çarptıkça çoğalır çığ olurdu parmaklarımda. Şimdi ne sahildeki kum taneleri sesin nede benim tenim hissetmekte kum tanelerini. Oysa ben bir martının denize olan aşkı gibi sevdim seni. Sonsuzluğa ulaşan okyanus olan benliğimde.

Bugün hayalimde canlandırdım seni. Bir kez daha.  Gerçekten gelecekmişsin gibi.

Ben bu gün bir kez daha seni sevdim. Seni aradı gözlerim. Ellerin, duruşun, gülüşün, aradıkça uzaklaştın benden bu gün tam 4 yıl oldu. 4 yılı doldurdu gözlerim sensizliğinde.

Şimdi  ne çok sevdiğim  sesin var hatırımda ne de adımı anışın.

İstanbul ona deki “ Az kaldı gidiyor gönlünün deniz şehrinden, seni de yanında götürüyor. Ama artık ne Bakırköy var orda her kaldırım taşında ayak iziniz olduğu ne de ‘Dost’ adını verdiğin deniz manzaran. Ne denizi aşkını anlattığın deniz ne  de Üsküdar da bir merdiven basamağı her adım da kalbine yaklaşan.

Gidiyor belki geri dönmeyecek ama bir dört yıl daha senin olacak gülümseyişi, ilk sana gülümsediği gibi hatırlayacak o ilk karanfili. Defterini arasında biriktirdiği gibi verdiğin gülleri adına yazılmış yazıları biriktirecek sana ayrılan hazine sandığında. Seni unutamayışını anlatacak yıllarboyunca arkadaşlarına ve arkadaşları seni her gün ilk kez tanıyormuş, ilk kez dinliyormuş gibi yapacaklar sadece o üzülmesin diye.

Ve bir kez daha murat yılmazyıldırım’ı dinleyecek. Aynen şimdi olduğu gibi. Seni tanımayan yok bu şehirde diyecek ve İzmir seni tanıyacak onun gözünden.”

15 ağustos 2011   Belma DEMİR

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geliyorum Josephine, yıkanma!

Toplumların temizlik anlayışı tarih boyunca değişmiş. Şimdi yaşanan ise küresel ölçekli bir değişim. Modern yaşamı etkisi altına alan hijyen ideolojisi, getirdiği standartlarla doğal ve insani olanı dışlıyor. Katherine Ashenburg Dirt on Clean adlı kitabında temizlik pratiklerini anlatıyor. Her kültürün kendine, pislik ile aşırı titizlik arasında en mükemmel nokta olarak seçtiği bir temizlik anlayışı var. Modern, orta sınıf Kuzey Amerikalılar için "temiz" kelimesi her gün aksatmadan duş almak ve ardından da parfüm sıkmak anlamına geliyor. Oysa 17. yüzyıl aristokrat Fransız erkeği için temizlik, her gün iç çamaşırını değiştirmek, ellerine su serpmek ve vücudunun geri kalanına su ya da sabun değdirmemek anlamına geliyordu. Birinci yüzyılda Romalılar için iki saat ya da daha uzun süreler vücudu farklı sıcaklıklarda suyla ıslatmak, metal bir aletle vücudun terini ve yağını kazımak demekti. Son olarak da tüm vücut yağlanarak temizlenme işi tamamlanıyordu. Her gün, herkes bir a

Knorr salata sosu, fesleğenli ve kekikli - Tarifini açıklıyorum :)

Bir yıl öncesine kadar bu sosu çok tüketiyordum. Salataya çok güzel bir tat katıyor. 4 kaşık su ve 4 kaşık yağ ile sosu karıştırıp salataya döküyorsunuz. Nasıl bir sos ise, insanın salatayı yedikçe yiyesi geliyor. Hatta arkadaşımla abartıp mayonez de sıkarak yiyorduk salatayı. Ne günlerdi... Sonra neden kendim yapmıyorum bu sosu dedim ve ambalajın arkasındaki tarifi aldım. Sanırım hevesim kaçtığı için bir gün bile yapmayı denemedim evde. İlk okuduğumda zerdeçalın ne olduğunu bilmiyordum. Kesin asıl tadı veren baharat budur diye düşünüyordum. Henüz denemedim ama zerdeçalla tanıştım. Fikrim değişmedi; bence hâlâ işin püf noktası zerdeçal ( 2011 notu: Lezzetin potastum glutamattan geldiğini anladım. İnternette biraz araştırırsanız, çin tuzu diye de geçen bu kimyasalın, alınan tatları daha yoğun hissettirdiği belirtiliyor. Fakat aksini söyleyen pek çok kurum olmasına rağmen ben sağlıklı oluşu/güvenilirliği konusunda -hele ki mevzu ticari ürünler olunca- şüpheliyim). İşte tarif: Kurutulm

Heaven Knows, Mr. Allison - Beyaz Rahibe (1957)

Yönetmen: John Huston Oyuncular: Robert Mitchum, Deborah Kerr Süresi: 198 dk. Issız adalar gerek benzersiz egzotik havaları gerekse manzaraları açısından kişinin yalnızlığını en iyi biçimde yansıtmaya uygun görüldüğü için sinemacıların vazgeçilmez mekanlarıdır. Kaç yıldır ‘Lost’u izliyoruz ekranda bir düşünsenize. İstanbul Modern’de gerçekleştirilen ‘Robert Mitchum ve Cool’un Doğuşu’ isimli programın ayrıntılarını okurken aklıma Mitchum’un, böyle cennet gibi bir adada geçen ‘Beyaz Rahibe’ isimli filmi geldi. Beyazperdede ‘Cool’luğun kitabını yazmış olan aktör, bu filmde de Deborah Kerr ile yine aynı pozisyonda takılıyor. John Huston’ın ‘African Queen’ inden esintiler taşıyan film, baştan sona tabiatın içinde geçer. Ve aynı sevimli-likte olmasına karşın pek tanınmayan ama izlenmeye değer bir filmdir. 2. Dünya Savaşı’nda gemisi batırılan Allison, tesadüfen Japonlara ait bir adaya sürüklenir. Eskiden üs olarak kullanılan ada terk edilmiştir. Kendi imkanlarıyla yaşam mücadelesi vermeye