Ana içeriğe atla

Alplerde hava soğuk ama yemekler sıcak: Avusturya ve İsviçre mutfağı

Habsburg hanedanlığı altında günümüze kadar ulaşan Avusturya yemek geleneği, Bohemya, Bavyera, Macaristan gibi komşularının, hâttâ biraz da Osmanlı mutfak geleneğinin gölgesinde gelişmiş.

Gastronomi çok önemli bir meslek dalı Avusturya’da. Zaten Avusturya’da yemek yemek de sıradan bir iş değil. Aksine çok ciddi bir konu. İnsanlar burada karınlarını doyururken, sağlık ve dış görünümden çok, porsiyon büyüklüğü, tat, yemek görünümü ve ortam gibi değerleri önplanda tutuyorlar.

Avusturya Mutfağı denince hepimizin aklına ‘Schnitzel’ gelir. Gerceği domuz etinden değil de sütdanasından yapılan, Türkçe’de de ‘ş’ harfi ile yazılan ‘Schnitzel’ için belli bir norm var: Çap 26 cm, et panadsız haliyle 3 mm, panadlı 6 mm kalınlıkta ve yine panadsız 220 gram ağırlıkta olmalı. Ancak tabaklar mı porsiyonlara, porsiyonlar mı tabaklara ayak uyduruyor bilemeyecegim, son günlerde bu et yemeğinin porsiyonu da giderek büyümekte.

Wiener Schnitzel bazı mekânlarda ‘XXL-Schnitzel’ adını alarak 1200 gram ağırlığa kadar ulaşmış, böylelikle de 2000 kilokaloriyle bir protein bombası haline dönüşmüştür. Şimdi teknik verileri bir yana bırakıp, Viyana’lı usta Kamil Daher’e kulak verelim:
“Her ne denli Fransızlar, şnitzelin mucidi olduklarını iddia etseler de, aslında ete, varaklamak suretiyle altunî görünüm kazandıran İtalyanlar olmuştur. Bu yemeğin hikâyesi çok basit. Eski dönemlerde varlıklı insanlar arasında yedikleri şnitzeli altınla kaplatma geleneği vardı, zira altın yenmesi durumunda ebediyen genç kalınacağına inanılırdı. Şnitzel’in Avusturya’da altın görünümünü alması ise panadlama suretiyle gerçekleşti. Şnitzel haline gelecek bonfile un, yumurta ve galeta ununa bandırılarak bol yağda kızartılır. Altın varaklı İtalyan şnitzeli yerine alın size altın kıvamında panadlı kehribar şnitzel.”

Fakat „Beuschel“ denen ciğer yemeği, una bandırlarak bol yağda kızartılmıs, bizdeki kadınbudunu andıran iri „Fleischlaberl“ köfteleri, hayvanın kuyruk bölümünden özel hazırlanan bir dana eti yemeği „Tafelspitz“i biliyorsanız o vakit bu ülkenin mutfağını iyi tanıyorsunuz denilebilir. Ancak bir tür elma pastası olan ve genellikle vanilya sosu eşliğinde yenen ‘Apfelstrudel’i, çikolatalı ‘Sachertorte’yi, hamur işi ‘Kaiserschmarn’ı ya da Powidl denen erik ezmesini de tanıyorsanız o halde siz bu ülkenin mutfağı hakkında bayağı bir bilgiye sahipsiniz. Avusturya Mutfağı kısaca “Viennese” adıyla biliniyor. Yani neredeyse Avusturya mutfağı eşittir Viyana Mutfağı… Viyana kent mutfağı öylesine başat ki, birçok yemeğin önünde anılıyor: Örneğin ‘Wiener Schnitzel’, ‘Wiener Saftgulasch’, ‘Wiener Backhendl’, ‘Altwiener Zwiebelrostbraten’ ve ‘Wiener Wurst’ gibi.

İsviçre yemek kültürü ise Alman, Fransız ve Kuzey İtalyan kaynaklarından beslenmiş. Avusturya ile İsviçre arasında ise pek bir damak alışverişi gerçekleşmemiş. Belki ‘Schnitzel’in birer varyasyonu olarak değerlendirebileceğimiz ‘Surschnitzel’ ile ‘Cordon bleu’ haricinde. Ünlü İsviçre yemekleri arasında Tessin kökenli Polenta, Basel usülü un çorbası, Zürih usülü dana emense ve Bünden kantonunun bir tür makarnası Pizzocheri’yı sayabiliriz. Pek tabii ki, İsvicre peynir ve çikolatalarıyla da ünlü. Peynir bu alpin ülkesinde bir azık değil de başlıbaşına bir yemek ürünü. Ardında koskoca bir endüstri var.

Fransız Savoy’u ve İtalyan Piemont’u dışında İsviçre’nin Fransız ekolünde yaşayan kantonlarında ‘Raclette’ (raklet) veya ‘Fondue’ (fondü) gibi sık yenen yemekler aslında birer toplu etkinlik. Kökleri aslen dışarıdan gelse de, her iki yemek de Isvicre’ye özgü olarak kabul edilir. Son olarak peynirin eritilmesiyle yapılan bu yemeklerden fondü üzerinde duralım. Sözcük anlamı ‘erimiş’ olan bu yemek, eritilmiş peynire, elinize yenecek türden ne geçerse bir çubuğun ucuna geçirip bandırmak ve dolamak suretiyle sıcak sıcak yenmesinden başka birşey değil. Peynir yerine, katı yağ, çikolata veya et suyuna da bandırarak yapılabiliyor. Havalar dışarda ne kadar soğuk olursa olsun, asıl maksat, yemeği yerken, sıcak bir ortamda başkalarıyla muhabbet etmek, hoş vakit geçirmek.

Alıntı: Yücel Sivri, RBB Türkçe - 13 Haziran 2008

Fotoğraflar: DPA

Yorumlar

  1. Thank you for your comment, your site is also good at food:)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geliyorum Josephine, yıkanma!

Toplumların temizlik anlayışı tarih boyunca değişmiş. Şimdi yaşanan ise küresel ölçekli bir değişim. Modern yaşamı etkisi altına alan hijyen ideolojisi, getirdiği standartlarla doğal ve insani olanı dışlıyor. Katherine Ashenburg Dirt on Clean adlı kitabında temizlik pratiklerini anlatıyor. Her kültürün kendine, pislik ile aşırı titizlik arasında en mükemmel nokta olarak seçtiği bir temizlik anlayışı var. Modern, orta sınıf Kuzey Amerikalılar için "temiz" kelimesi her gün aksatmadan duş almak ve ardından da parfüm sıkmak anlamına geliyor. Oysa 17. yüzyıl aristokrat Fransız erkeği için temizlik, her gün iç çamaşırını değiştirmek, ellerine su serpmek ve vücudunun geri kalanına su ya da sabun değdirmemek anlamına geliyordu. Birinci yüzyılda Romalılar için iki saat ya da daha uzun süreler vücudu farklı sıcaklıklarda suyla ıslatmak, metal bir aletle vücudun terini ve yağını kazımak demekti. Son olarak da tüm vücut yağlanarak temizlenme işi tamamlanıyordu. Her gün, herkes bir a

Heaven Knows, Mr. Allison - Beyaz Rahibe (1957)

Yönetmen: John Huston Oyuncular: Robert Mitchum, Deborah Kerr Süresi: 198 dk. Issız adalar gerek benzersiz egzotik havaları gerekse manzaraları açısından kişinin yalnızlığını en iyi biçimde yansıtmaya uygun görüldüğü için sinemacıların vazgeçilmez mekanlarıdır. Kaç yıldır ‘Lost’u izliyoruz ekranda bir düşünsenize. İstanbul Modern’de gerçekleştirilen ‘Robert Mitchum ve Cool’un Doğuşu’ isimli programın ayrıntılarını okurken aklıma Mitchum’un, böyle cennet gibi bir adada geçen ‘Beyaz Rahibe’ isimli filmi geldi. Beyazperdede ‘Cool’luğun kitabını yazmış olan aktör, bu filmde de Deborah Kerr ile yine aynı pozisyonda takılıyor. John Huston’ın ‘African Queen’ inden esintiler taşıyan film, baştan sona tabiatın içinde geçer. Ve aynı sevimli-likte olmasına karşın pek tanınmayan ama izlenmeye değer bir filmdir. 2. Dünya Savaşı’nda gemisi batırılan Allison, tesadüfen Japonlara ait bir adaya sürüklenir. Eskiden üs olarak kullanılan ada terk edilmiştir. Kendi imkanlarıyla yaşam mücadelesi vermeye

Knorr salata sosu, fesleğenli ve kekikli - Tarifini açıklıyorum :)

Bir yıl öncesine kadar bu sosu çok tüketiyordum. Salataya çok güzel bir tat katıyor. 4 kaşık su ve 4 kaşık yağ ile sosu karıştırıp salataya döküyorsunuz. Nasıl bir sos ise, insanın salatayı yedikçe yiyesi geliyor. Hatta arkadaşımla abartıp mayonez de sıkarak yiyorduk salatayı. Ne günlerdi... Sonra neden kendim yapmıyorum bu sosu dedim ve ambalajın arkasındaki tarifi aldım. Sanırım hevesim kaçtığı için bir gün bile yapmayı denemedim evde. İlk okuduğumda zerdeçalın ne olduğunu bilmiyordum. Kesin asıl tadı veren baharat budur diye düşünüyordum. Henüz denemedim ama zerdeçalla tanıştım. Fikrim değişmedi; bence hâlâ işin püf noktası zerdeçal ( 2011 notu: Lezzetin potastum glutamattan geldiğini anladım. İnternette biraz araştırırsanız, çin tuzu diye de geçen bu kimyasalın, alınan tatları daha yoğun hissettirdiği belirtiliyor. Fakat aksini söyleyen pek çok kurum olmasına rağmen ben sağlıklı oluşu/güvenilirliği konusunda -hele ki mevzu ticari ürünler olunca- şüpheliyim). İşte tarif: Kurutulm