Ana içeriğe atla

Linux'ta antivirüs yazılımına ihtiyacım var mı?

Giriş
Linux kullanmamıza rağmen bir antivirüs programına ihtiyacımız olup olmadığı ara ara tartışılmaktadır. Forumlarda gezindiğimizde bir antivirüs programının ne olduğu, ne işe yaradığı ve gerekli olup olmadığı hakkında yanlış anlaşılmalar olduğu görülebilir. Umarım bu yazı Linux için antivirüs programı gerekliliği karışıklığını az da olsa giderir.

Bir Linux Anti-virüs programı ne değildir
Özellikle Windows dünyasından geliyorsanız anti-virüs programı dendiğinde; herhangi bir şeyin virüs tarafından etkilendiğini anlamak için arka planda çalışan ve gerektiğinde dosyaları tarayan (veya düzenli bir şekilde tüm sistemi) bir program düşünürsünüz. Bu, üzerinde Windows çalışan bir masaüstü bilgisayarında virüsleri tespit edip silmenin en etkili yoludur. İnternetteki çok büyük miktardaki tehditler için olmazsa olmazlardandır.

Linux anti-virüs programları bu yolla çalışmazlar, çünkü Linux anti-virüs programları masaüstü bilgisayarlarını Linux virüslerinden korumak için kullanılmazlar. Linux üzerinde çalışan bir anti-virüs programının amacı Windows virüslerini tespit etmektir. Böylece farkında olmadan bu virüsler bir Linux kullanıcısı tarafından yayılamazlar.

Peki Linux üzerinde Windows virüsleri için neden endişelenmeliyim?
Eğer Linux kullanıyorsanız pratikte bir Windows virüsüne karşı bağışıklığınız vardır. Peki bu durumda sizin bilgisayarınızda çalışmayacak (Wine hariç) ve sizi etkilemeyecek virüsler için dosyaları taratmaya neden ihtiyacınız var? Basit cevap: Yok. Ancak durum bundan biraz daha karışık.

E-posta Sunucuları
Linux anti-virüs programlarının büyük çoğunluğu e-posta sunucularında çalışır. Bunlar e-posta alıp-göndermek istediğinizde istemcinizin bağlandığı bilgisayarlardır. E-posta, virüs ve truva atlarının yayılmasında kullanılan en temel yol olduğundan, bu sunucular bilgisayar virüsleri ile olan savaştaki ön cephe gibidir. Bu sunucuların bir çoğu Linux kullandığından, Windows virüslerini tespit etmek için bir Linux anti-virüs programının kullanılma ihtiyacı daha iyi anlaşılır. Eğer ofisinizde veya evinizde bir e-posta sunucusu kullanıyorsanız, ağınıza girmeye (veya dışarı çıkmaya) çalışan zararlı dosyaların önünü kesmek için mutlaka bir anti-virüs programı kullanmalısınız.

Dosya Sunucuları
Anti-virüs programını kullanmak isteyebileceğiniz bir başka ortam ise çoklu kullanıcılar tarafından (bu kullanıcıların hepsine güvenseniz bile) paylaşılan dosya sunucularıdır. Dosya sunucuları temel olarak veri depolarıdır. Bu sunuculardaki bazı dosyaların kaynağı meşru olabilir, ancak her dosyanın kaynağını bilmek mümkün değildir. Bir anti-virüs programı kullanmak; birisinin, örneğin bir P2P ağından, çekmiş olduğu virüslü bir dosyayı sizin dosya sunucunuza göndermesi durumunda, diğer kullanıcıların da bu virüsü kapmasını engeller.

Linux kullanan masaüstü bilgisayarlarda gerekli midir?
Artık Linux üzerindeki bir anti-virüs programının ne işe yaradığını biliyorsunuz. Eğer sıradan bir masaüstü için Linux kullanıyorsanız bu anti-vürüs programlarını kullanıp kullanmamak sizin tercihinize kalmış durumdadır. Eğer ağınızda Windows makineler varsa ve dosya paylaşımı yapıyorsanız, diğer makineleri güvenli tutabilmek için ClamAV gibi bir programı kullanmak iyi bir fikir olabilir.

Linux masaüstünde nasıl anti-virüs programı kullandığımı anlatayım. ClamAV kullanıyorum ancak her zaman çalışır vaziyette ayarlı değil çünkü gereksiz yere çok fazla kaynak kullanmakta. Bir e-posta sunucusu kullanmadığımdan ve çok fazla dosya transferi gerçekleştirmediğimden gerek duymuyorum. Eğer kaynağı şüpheli bir dosya ile karşılaşırsam komut satırından kontrol ediyorum. Bu Windows kullanan arkadaşlarım için çok güzel bir test yolu. Kendim bu virüslerden etkilenmediğim için, onlar indirmeden ben kontrol edebiliyorum.

Sonuç
Umarım Linux anti-virüs programları konusundaki bazı karışıklıkları gidermiş ve sıklıkla sorulan "Linux altında anti-virüs programı kullanmalı mıyım?" gibi bir soruya cevap verebilmişimdir. Aslında bu soruya verilecek cevabı, sizin ne tür bir sistem kullandığınız ve paranoya miktarınız belirler. Ancak birçok insan için Linux altında anti-virüs programı kullanmak gereksizdir.

Çeviri: Ubuntu-Tr'den heartsmagic
Çeviri Kaynağı: Techthrob
Alıntı: Ubuntu-Tr

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geliyorum Josephine, yıkanma!

Toplumların temizlik anlayışı tarih boyunca değişmiş. Şimdi yaşanan ise küresel ölçekli bir değişim. Modern yaşamı etkisi altına alan hijyen ideolojisi, getirdiği standartlarla doğal ve insani olanı dışlıyor. Katherine Ashenburg Dirt on Clean adlı kitabında temizlik pratiklerini anlatıyor. Her kültürün kendine, pislik ile aşırı titizlik arasında en mükemmel nokta olarak seçtiği bir temizlik anlayışı var. Modern, orta sınıf Kuzey Amerikalılar için "temiz" kelimesi her gün aksatmadan duş almak ve ardından da parfüm sıkmak anlamına geliyor. Oysa 17. yüzyıl aristokrat Fransız erkeği için temizlik, her gün iç çamaşırını değiştirmek, ellerine su serpmek ve vücudunun geri kalanına su ya da sabun değdirmemek anlamına geliyordu. Birinci yüzyılda Romalılar için iki saat ya da daha uzun süreler vücudu farklı sıcaklıklarda suyla ıslatmak, metal bir aletle vücudun terini ve yağını kazımak demekti. Son olarak da tüm vücut yağlanarak temizlenme işi tamamlanıyordu. Her gün, herkes bir a

Heaven Knows, Mr. Allison - Beyaz Rahibe (1957)

Yönetmen: John Huston Oyuncular: Robert Mitchum, Deborah Kerr Süresi: 198 dk. Issız adalar gerek benzersiz egzotik havaları gerekse manzaraları açısından kişinin yalnızlığını en iyi biçimde yansıtmaya uygun görüldüğü için sinemacıların vazgeçilmez mekanlarıdır. Kaç yıldır ‘Lost’u izliyoruz ekranda bir düşünsenize. İstanbul Modern’de gerçekleştirilen ‘Robert Mitchum ve Cool’un Doğuşu’ isimli programın ayrıntılarını okurken aklıma Mitchum’un, böyle cennet gibi bir adada geçen ‘Beyaz Rahibe’ isimli filmi geldi. Beyazperdede ‘Cool’luğun kitabını yazmış olan aktör, bu filmde de Deborah Kerr ile yine aynı pozisyonda takılıyor. John Huston’ın ‘African Queen’ inden esintiler taşıyan film, baştan sona tabiatın içinde geçer. Ve aynı sevimli-likte olmasına karşın pek tanınmayan ama izlenmeye değer bir filmdir. 2. Dünya Savaşı’nda gemisi batırılan Allison, tesadüfen Japonlara ait bir adaya sürüklenir. Eskiden üs olarak kullanılan ada terk edilmiştir. Kendi imkanlarıyla yaşam mücadelesi vermeye

Knorr salata sosu, fesleğenli ve kekikli - Tarifini açıklıyorum :)

Bir yıl öncesine kadar bu sosu çok tüketiyordum. Salataya çok güzel bir tat katıyor. 4 kaşık su ve 4 kaşık yağ ile sosu karıştırıp salataya döküyorsunuz. Nasıl bir sos ise, insanın salatayı yedikçe yiyesi geliyor. Hatta arkadaşımla abartıp mayonez de sıkarak yiyorduk salatayı. Ne günlerdi... Sonra neden kendim yapmıyorum bu sosu dedim ve ambalajın arkasındaki tarifi aldım. Sanırım hevesim kaçtığı için bir gün bile yapmayı denemedim evde. İlk okuduğumda zerdeçalın ne olduğunu bilmiyordum. Kesin asıl tadı veren baharat budur diye düşünüyordum. Henüz denemedim ama zerdeçalla tanıştım. Fikrim değişmedi; bence hâlâ işin püf noktası zerdeçal ( 2011 notu: Lezzetin potastum glutamattan geldiğini anladım. İnternette biraz araştırırsanız, çin tuzu diye de geçen bu kimyasalın, alınan tatları daha yoğun hissettirdiği belirtiliyor. Fakat aksini söyleyen pek çok kurum olmasına rağmen ben sağlıklı oluşu/güvenilirliği konusunda -hele ki mevzu ticari ürünler olunca- şüpheliyim). İşte tarif: Kurutulm